Konusu ne olursa olsun, ister fiziğin yeni kuramlarından bahsetsin, ister bir laz yemeği tarifi verecek olsun, bir yazıya giriş her zaman zordur, hatta en zorudur. Çünkü başta okuyucuyu ele alamazsanız, zaten okumaya isteksiz bir çağın evlatları olanlar derhal sıkılacak ve sizin özene bezene yazdığınız yazıyı baştan terk edip gideceklerdir.Diyecektik ki birden düşündük, bir yemek tarifi yazısında okuyucu nasıl kaybedebilirsiniz ki, değil mi? Yani bütün her şeyini hazırlayıp, tam tekmil yemek yapmaya hazır birisini gözünüzün önüne getirin. Tam iki cümle okumuş, diyelim ki yumurtaları kırıp unu eklemiş, sonra bir de bakıyor ki yazı hiç de ilgi çekici bir şekilde yazılmamış! Okumayı da yemek yapmayı da yarıda kesip televizyon mu izlemeye gidiyor? Mantıksız geldi değil mi? Ehm, gelmeyebilir, dünyada bir yemek tarifini bile rezil edebilecek yetenekler vardır ama anlatmaya çalıştığımız bu değil. Şu. Demek ki neymiş, bir yazıya başlarken sırf okuyucunun ilgisini çekeceğim diye aklına geleni yazmayacakmışsın, yoksa saçmalayabilirmişsin. Yazıya giriş zor işmiş, hafife almaya gelmezmiş. Hmm, biraz karışık oldu herhalde. İroni dedikleri bu muydu acaba, yoksa bir taşla iki kuş mu oluyor bu bilmeden yaptığımız…Neyse, buna fazla takılmayalım en iyisi, “yazıya girişin zor olduğunu yazıp yazıya girme numarası”nı -ki çok basit,yaygın ve alçakça bir numaradır- yedirdik bir kere, biz devam edelim..Başka bir önemli yazım noktasına gelelim. Bir yazıya başlarken, mutlaka plan yapmalısınız, gideceğiniz yolları, değineceğiniz durakları önceden belirlemelisiniz ki yazınız şimdi bizimkine olmaya başladığı gibi dağılmasın, okuyucuyu, bir ters bir düz gidip dayak yemişe çevirmesin. “Küçükken çok yaramaz bir çocukmuşum” cümlesiyle giren bir kompozisyon “İşte bu yüzden sosyalizm her tür sistemden daha iyidir” ile bitmesin. Ben bitiririm arkadaş diyen varsa da beri gelsin, alnından öpeceğiz. Eğer bu demin saydığımız inatçı, inatçı olduğu kadar da gözü pek, asi, allah vergisi bir yeteneğe sahip olan ve alınlarından öptürme meraklısı arkadaşlardan değilseniz, siz siz olun, her hangi bir işe girmeden önce bir taslak hazırlayın.Gelelim bir başka noktaya. Kullanacağınız üslup, takınacağınız tavır. Bunlar da doğal olarak yazınızın atmosferini, etkileyiciliğini büyük oranda belirleyecek unsurlardır. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında Colditz kampından kaçmaya çalışan birisinin öyküsünü anlatırken, kalkıp da Fenerbahçe-Trabzonspor maçı için okulu kıran hababam sınıfı görüntüsü çizecek bir tarz kullanıyorsanız ya yenilik, orijinallik bakımından üstte bahsettiğimiz grubu amiyane tabirle solda sıfır bırakmışsınızdır, ya da toplama kampına götürülüp yeryüzünde cehennemi yaşamış insanları düşünemeyecek kadar yaşam denen kavramla alakasızsınızdır ki o zaman size tavsiyemiz edebiyat dalında değil, bir an önce oksijenli solunumu bırakıp diğer insanların hakkından çalmama olarak biyoloji ve insan hakları dalındadır. Kısacası, atmosferi ayarlamayı öğrenin, diyelim.Girişi şöyle böyle yaptık, taslağımız da hazır, üslubumuzu da belirledik, dengeli, güzel bir şekilde gidiyoruz. Fakat o da nesi, nereye kadar gideceğiz acaba? “Gittiği yere kadar güzelim!” diyenleri şöyle arka odaya alalım, onlarla birazdan ilgileneceğiz. Biz konumuza dönelim. Şöyle diyelim, bir film harika olabilir ama onu en fazla ne kadar izleyebilirsiniz? İnsan beyni maalesef bir konuya belli bir süre odaklanabilmektedir, sonra dikkati daha önemli başka şeylere kayar, yoldan geçen bir bmw z3 ya da karşı kaldırımda alımlı alımlı yürüyen bir bayan gibi.. Neyse, demek istediğimiz anlaşıldı sanırım, bir yazının en önemli parçalarından biri de uzunluğudur. Ahir zaman gençlerinin “boyu değil, işlevi” demekle kastettikleri şey tam da budur aslında, yoksa diğer yorumlar fesat, içleri çürümüşlerin ürünüdür. Özetle, vermek istediğiniz anafikri, hissettirmek istediğiniz duyguları zamanında ve sündürmeden yazıya yedirmelisiniz. Unutmayın, sosyal hayatta nasıl ki geciktirdiğiniz her şey sizin için negatif işliyorsa, yazın dünyasında da bu böyledir.Yavaş yavaş sona yaklaşıyoruz ve fakat bitirmeden üç beş şey daha söylemek istiyoruz. Yazdığınız yazının türüne göre bazı numaralar, kalıplar kullanabilirsiniz ki bunlar da yemeğe katılan baharat, çeşni gibi eserinize değişik bir tat katar. Örneğin bir gerilim hikayesi yazıyorsanız, “katil-uşak-sonu-klişesi” yıllardır işe yaramaktadır. Yok siz, ben başta katili açıklayacağım ve o da uşak değil evin ak sakallı sevecen dedesinden başkası olmayacak diyebilirsiniz tabi, sonuçta yazar sizsiniz ve sizin tek sınırınız o vahşi hayal gücünüzdür. Buna benzer olarak siyasi yazılarda bol keseden desteksiz sallayıp çirkefi oynayarak sindirme, bilimsel yazılarda silme sıvama teknik terim doldurup işe hakimim havası verme en çok kullanılanlardır, favori listenize eklemeyi unutmayın. Ama bunların arasında en etkilisi, bomboş her hangi tür bir yazıyı şimdi bizim yaptığımız gibi bir şey anlatıyor gibi göstermektir ki işte bu belli bir yetenek seviyesi, iq ve yaratıcılık gerektirir. “Vay be, tam da beni tarif ettin dostum” diyorsanız, bu özelliklerin yanına bir de yüzsüzlük ve ukalalık gibi sıfatlar da eklemiş olursunuz ki bundan sonra önünüzde kim durabilir doğrusu merak ediyoruz. Yolunuz açık, raflarda çok-satanlarınız bol olsun efendim…