bildirgec.org

yazmak hakkında tüm yazılar

Yazmak, insanın kendi içine kaçma halidir

gokyuzuX | 22 July 2011 11:03

Ben, yazmaya hayatımın hangi döneminde başladım tam olarak bilmiyorum. Kendimi boşlukta hissettiğim zamanlardı. Kendine tahammül edebilmenin kaçış yoluydu yazmak…Yazının özünde aşkınlık vardı. Kendinden öteye ulaşma arzusu ve kendi içime doğru yaptığım bir yolculuk. Yazmak, geçmişe bağlı olduğunda mümkündür ancak. İlhamını hep geçmişten alır. İnsanın kendi hatalarıyla yüzleşmesi, içinde yaşadığı çelişkiler, yarım kalmışlık hissi…
Yazmak bu duygulardan kurtulmak için, insanın kendini daha özgür hissettiği bir dünya. Geleceğin bir an önce gelmesi için didindiğinden olsa gerek dışa dönüktür yazarlık. Görmeden de bilebilir, gitmeden de varabilir, dokunmadan hissedebilirsin eğer hayal kurmayı biliyorsan. Düş artı geçen zaman sonunda gerçektir diye yazıyordu okuduğum bir kitapta.

YAZ YAZ YAZ

linet | 03 May 2011 16:32

Uzun zaman oldu kelimelerimi ekrana aktarmayalı, hep parmaklarım beynime yetişmeye çalışırdı yazarken. Yok durdu sanki ellerim aslında beynim sustu, söylecek sözüm kalmadı.

Sabah 6.10 telefonumun alarmına uyanmak istemedim, o çalmadan kapattım alarmı, işe gitmek gelmiyordu içimden uyumak istiyordum, annemi mi hasta etseydim, babamın şekerini mi yükseltseydim. Kendimi hasta etmiştim kaç kere, nerdeyse 15 günde bir kendim iyi hissetmiyorum diyip o günü kendime tatil ilan ediyordum. Artık yine iyi değilim diye aramak gelmedi içimden. Servise mesaj attım ben bugün yokum diye, ee ne yapacaktım, telefonu kapattım, beynimi de…

Bilmek İstiyorum !!!

Cali Kusu | 15 February 2011 10:41

Kuşların ağladığında neden öldüğünü bilmek istiyorum. Gözyaşının gücü öldürmeye yeter mi? ya da bir damla yaş için ölmeye değer mi?Köpeklerin neden bukadar sadık olduğunu bilmek istiyorum. Değer bilmeyen insanlara böylesi sadık varlıklar neden veriliyor? Sadakatin anlamını bilmeyenlere sadık dost lazım mıdır?

Eskiden !

Cali Kusu | 13 February 2011 17:06

Eskiden güzel günler vardı,
güneşi tam gecesi tam. Eskiden sabahları güneş güzel doğardı. Birde akamüstüleri güneş batarken geceyi beklemek vardı… Ne güzeldi, eskiden güzellik vardı. Nasıl desem huzur vardı işte. İnsanlar mutluydu, gülüyordu. Hani her köşede ağlayan birileri yoktu en azından. Köşe kapmaca oynar gibi, dörtnala kaçar gibi geçerdi günler…

Eskiden zaman vardı,
Zamansızlığa inat saatlerce gülüp oynamak vardı. Ne bileyim işte geçerdi zaman. Böyle tıkanıp kalmazdı, işkcence çeker gibi saatlere bakmazdım. Nefes bile almıyorum saate baktığım kadar. Halbuki eskiden saat bile yoktu. Oda neymişki sabah çıkardım sokağa, güneş doğunca yani. Baktım akşam oluyor, güneşin gözlerini kapattığı an damlardım eve. Eskiden sokaklar vardı, insanı iki döşemelik taşa sığdıran kaldırımlar değil…

?:) – 2

Cali Kusu | 12 February 2011 15:27

Ben Şair olsaydım Eğer Sana Öyle bir Şiir yazardım ki Sevgili, Harflerine Asardın Kendini !!!

G ün geçer de akşam olursa,
İ lk akşam gibi sabaha kalırsa,
D ünden kalan yarınlardaysa,
E llerimde yetim kalan birileri varsa,
S ilemediklerimi karalamak varsa,
İ llede o deyip yırtınıp ağlamaksa
M aden gibi dert var demektir…

G üneşsiz bir sabahdaysan,
E eğerlerin keşkeleriysen,
L eylek kadar uzun,
D emir kadar katıysan,
İ şin yaş demektir…

Yazma Yetisinin Kaybolması

ZKUD | 15 October 2010 17:19

Bugün çok hastaydım ve işe gittim fakat daha fazla duramadığım için izin alıp eve geldim. Biraz kendimi topladıktan sonra bilgisayara geçtim birşey beni yazı yazmam için dürttü ve yazmaya karar verdim. Çalışmaya başladığım günden bu yana bendeki değişimleri düşündüm;

Çalışmaya başladığımdan beri yazı yazmıyorum. Sürekli çalışmak çalışmak , işim gereği hergün yeni insanlar ile muhatab olmak , çeşit çeşit insan görmek, acısı, tatlısı, gülmesi,ağlaması , sinirlenmesi derken 1 sene geçmiş. Bu süreç boyunca ilginçtir ki empati yapma yeteneğimin kaybolduğunu farkettim. İş insana yeni çevreler, maddiyatlar vs. sağlıyorsa da bazı yeteneklerini kaybettiriyor. Henüz 1 sene de böyle olduğum halde uzun süredir çalışanları şimdi daha iyi anlar oldum.

KINALI NEFES

il mare | 15 October 2010 11:19

Birşeyler yazmalıyım artık buraya, kısa da olsa hafifi yaşatan nefeslere nefesimi eklemeliyim,izim olmalı şu sıralar, iz bırakmaya ihtiyacım var.

Vakit geç,biryerlerden daha erken ama gene de geç.
Kafamda henüz bitmiş yabancı bir sohbetin gölge oyunları…
Akşamları gölgeleri sevmem,güneşin dik geldiği vakitlerdir favori gölgelerim, realitenin soyut halini yücelten,boylarını uzatan vakitler yani.
Burda vakit gece,kafamda gölgeler;aldığım notlar elleri,kolları gölgelerin; en çok da farklı kafaları,usları…
Avuçlarımın içinde somut gölgelerin soyut realiteleri,henna derler adına, henna‘nın kendini somuta boyamasına ama,var daha…
Ne demek istiyorum, çok karmaşık,toparlayamam ki. Niye yazıyorum o zaman? Doğru ya, nefesim.

blogger olmak yada blogger kalmak… işte bütün mesele bu…

firatocal | 12 August 2010 11:14

blogger olmaya karar vermek zor bir seçim zannederdim… meğer blogger olarak kalmaya karar vermek asıl zor olanıymış… onca koşunmaca arasında yazmaya fırsat bulmak inanılmaz derecede güç bir beceri… işi sadece yazmak olanlar çok şanslı… tüm dünya parmaklarının ucunda ve klavyesinin yada kağıdının başına oturduğunda onu oradan söküp alabilecek , yazmaktan vazgeçirebilecek tek dişi kalmış hiç bir canavarı yok…

sadece yazılarımı bloglarıma ve siteme girebilmek için hergün nasıl mücadeleler verdiğimi anlatsam bizimle dalga geçiyor diye kimsecikler beni okumaz ve dinlemez…

okullar açık olduğunda sabahın 7 sinde başlayan eğitmenlik maceramın akşam 5 buçağa kadar beni esir eden koşturmacası yetmiyormuş gibi , evdeki sevgili ailemi memnun etmeye çalışma telaşım üstüne kreması oluyor mücadelemin…

maddi kaygılar sebebiyle her ek gelir getiren vakit öldürücü işlere el atmamı geçtim , hafta sonlarında eşimi ve çocuğumu gezdirme yada yatılı bölge okulunda nöbet tutma veya evde kalıp birazcık internetimle haşır neşir olma arasında seçim yapmak alacağım kararların en zoru oluyor hep…

şimdilerde ise tatil koşunması çıktı başıma… genelde yazılarımı internete girebilme işimi herkesin uyuduğu çok geç saatlerde , yada ne bileyim sevgili bebeciğim Rüzgar ‘ ımın dinlendiği öğle civarı yaratabildiğim huzur anlarında gerçekleştirebiliyorum…

TATİLE NOKTÜRN: İŞİM GEZMEK OLSUN , BAŞKA İHSAN İSTEMEM…

firatocal | 04 August 2010 10:14

Tatilin başıboş saatleri… en dertsiz , en kaygısız hayat parçaları…Hiçbirşeyin umrumda olmadığı ,bitmeyecekmiş gibi gelen tembellik savruluşları…

şöyle bir param olsa sevgili oğlum Rüzgar , biraz büyümüş kendini kurtarmış olsa , her etkinliğe katılır , hiç gitmediğim yerleri , o gün sanki hayatımın son günüymüş gibi , dere tepe düz gider , gezer tozardım…

Nasıl konuşur gibi yazmaya çalışıyorsam , yazar gibi konuşup , toprakla , suyla , püfür püfür esen meltemler en başta her tür rüzgarla dertleşir , gamsız kaygısız halimle , bana anlattıklarını bir bir yazardım… Gittiğim şehirlerin dili olur , konuştuğum insanların rüyasını anlatırdım teker teker…

şöyle biraz param olsa , sevgili oğlum Rüzgar söylediklerimi anlasa gezmeye dünden meraklı sevgili eşimle ikisini kapar hayatın karmaşalı koşturmacasından kaçırır , nereye gitmek istiyorlarsa oraya uçururdum…

Hiç anlatılmamış yada anlatılsa da atlanmış köylerin kasabaların hikayelerini en saf , en taze ürünlerle donattıkları kahvaltı sofralarında , eteklerindeki taşları döken köşe bucak gezmiş derviş misali netbookuma bir bir dökmek isterdim… Özgürce dur duraksız uçan kuşun , tabiat anayla fıslıdaşan sazlıkların , misler gibi kokan yar misali türlü türlü çiçeklerin , sözlü çalgılı Aşık Veysel ‘ i olurdum…

Tatilin başı boş saatleri … eğer oğlumun keyfi tıkırındaysa en önemli işlerim ,gerine gerine yataktan kalkmak , kendime gelmeden önce şööööyleee bir şekerleme yapmak , sabah sporum yürümek ve koşmak , üstüne cila niyetine çarşaf misali günün ilk ışıklarıyla pırılpırıl parlayan ege ‘ ye kendimi vurup yorulucaya kadar yüzmek , ardından kahvaltı sofrasında sabah gazetesinin eşlik ettiği fırından yeni çıkmış , dumanı üstünde , gevrek ötesi , misler misi simitleri , yorgunluk unutturan dert ortağı demli çayımla aile saadeti tablosu eşliğinde yavrumla oynaya oynaya götürmek … Daha sayayım mı … Oğlum ve eşimle birlikte kesmedi diye oğlum ve eşimle birlikte ikinci parti deniz keyfi , akşamında kardeşimin ustalığı ile şenlenen mangal sefası , aralarda da oğlum Rüzgar ile oyun molaları…

Saymakla bitiremem aylaklığa övgümü , tatilime döktürdüğüm noktürünümü… Romen Diogen ‘ e selam durup , gölgeler arasından sesleniyorum..İşim gezmek olsun , başka ihsan istemem…

GİTMEK

il mare | 02 August 2010 21:14

Büyük sandıklarını küçülterek,kendini büyütmektir gitmek
Büyük sandıklarını küçülterek,kendini büyütmektir gitmek

melodi

Maziden kalma hazımsızlıkların, fesatlıkların, erdemsizliğe dair ne varsa rengi soluk bayatlamış hissiyatların kulaklarımın zarlarına çarptığı bir öğle vaktindeyim.Alnım, durduğum yerde salgıladığım ter damlacıklarını, kapılarını aralayıp tüm vücuduma buyur ediyor, bunalıyorum,sıkılıyorum,yazmak istiyorum,olmuyor.
Ben yazınca ılık rüzgarlar eserdi ensemden taraf;
Arka arkaya dizilmiş söğüt ağaçları şarkılar söylerdi kulaklarıma;
Nadasa bırakılmış topraklar yalnızlıklarından dert yanarlardı toprağa hasret ruhuma,
Ben dinlerdim oturup onları üstüme saldıkları kokularını içime içime çekerek,
Kokladıkça severdim yalnızlıkları,dert yanmaları dinlemeyi,
Çıplak ayakla bir yaylanın kutsal bir noktasına ayak basarak sanki, kendi bayrağımı dikerdim tepede bir yere,
Avaz avaz bağırırdım özgürlük diye kollarımı iki yana açıp etrafımda dönerek.
Yazınca ben,uçar giderdim işte, her harf kurtuluşum olurdu, tutunup üstlerine ayaklarımı sallandırırdım,şöyle bir bakardım aşağıya, minyatür bir ben görürdüm orada,gülerdim sonra,büyümeye doğru kapardım gözlerimi,dinlemeye koyulurdum söğütlerin şarkılarını, toprakların yalnızlıklarını,toprakların kokularını…