Alışkanlıkların değişebildiği “Zaman” dilimi bazen hayatımızı aşabilir (ortalama ömür). Şu halde isteklerimizin ömrümüzü aşan edimlerine saplanıp kalma halimiz nicedir? Bilirim hayallerin peşinden gitmeyi, ancak gereken harika bir fikir veya zaman katalizörü iken hep aynı fikri dikte etmek-katılaşmak zamanla nedir?

Nereye uzanıyoruz?
Nereye uzanıyoruz?

Gördüğüm, izleyip anlamak için bu kabuğu daha üstün bir anlayşın; bizzatihi tecavüzcünüzle yüzleşme ve ona dair bir anlayış geliştirme mecburiyetinden hareketle değişim sadece arzu nesnesi midir? “Gerçek tanımsızken yaşamak nasıl olurdu?” sorusunun cevabı hayatlarımız. Hep bir irdeleme, yargılama, ayırım, nedir bizi “Böcek” mantığında kalmaya zorlayan? “Modern” tanımı anlamını yitirdiğinde belki mantık yerini daha zamansız olan görüş’e bırakırken, “Zaman” hep düşman veya dini öğretilerde “Öğretmen” yahut “Antigon”. Anlamlandırma ihtiyacı sabit kaldığında anladığım kadarı ile “Depresyon” yani fiziksel şok’un psikolojik yansıması da sabit kalıyor ve yaşayan ölülere dönüşüyoruz yavaş yavaş. Bazen bir deprem veya yıkım aniden ve o “An”ın içindeki binlerce zamansız kesitle fakat yine yeniden yavaş yavaş…