“ya varsa” = bu önerme bilinmezlikler ile doludur.. varlığı halinde hayal ettiğimiz gibi bir durumun söz konusu olup olmadığını, hayallerimizi, varsayımlarımızı ne derece karşılayacağını bilemiyoruz.. tahmin ediyoruz.. ancak kanıtlayamıyoruz.. iman ediyoruz, olmasını ümid ediyoruz ancak elle tutulur bir ispat sağlamakta âciziz.. yaradılışımız itibarı ile “yaradan” a ulaşma isteği, bir tanrı’ya uzanma ihtiyacına sahibiz.. inkâr edenler dahi içinde taşır bunu.. bizzat tanık olduğum, tecrübe ettiğim hadiseler ile sabittir.. ateist veyahut tamamen boşlukta bulunan çok yakınımdaki zeki, karakter sahibi insanların bazı hadiselerdeki tepkilerini müşahade ettim yıllarca.. asıllarını inkârdan başka birşey değil yaptıkları.. belli ki bunu zaafiyet olarak düşünüp bu inkârı takip etmekteler.. fakat açlık ile nefs terbiyesine çalışan zahid gibi engel olamıyorlar ruhlarının bu ihtiyacına.. çünkü yalnızlar azizim.. yalnızız hepimiz.. etrafımızda bir çok insanlar olabilir.. dostlar, arkadaşlar fikir birliği ettiğimiz bir çok adem olabilir.. belki de aşk veya iş ile aşmaya çalışırız inanma ihtiyacını.. ancak hepsinin geçip gittiğini gördükçe paniğe kapılmamız mukadderdir.. hepsi teker teker geçer etrafımızdan.. çevremizdeki tüm dallar bir bir kırılır.. avcumuzdan akıp giden kum taneleri gibi akıp gider tüm değerlerimiz parmaklarımızın arasından.. ve elimizde kalan son ışıltılı silis zerresi de düştüğünde boş bir avuç kalır geriye göğe açılmış.. elimizde avucumuzda hiçbirşey kalmadığının ifadesidir.. elimizdekileri yitirdiğimizde, tutunduğumuz avunduğumuz tüm hayat dallarımız kuruyup toza döndüğünde.. tanrı dediğimiz şey gökte mi..? hayır.. belki de evet.. bunun nasılını kimse iddia edemez.. varsayımlara sonsuz gerçekler gibi inanmak ahmaklığına düşmek yakışmaz eşref-i mahlûk’a.. safî bir ruh ile varlığını idrak etmek için içine bakmalıdır insan.. sorgulamalıdır tüm varlığı.. içinde bulacaktır o varlığı yahut yokluğu.. sorgulamaz ise putperestten farkı kalır mı..? o da büyük bir iman ile inanmıyor mu ak mermerden 88 memeli kadın figürünün onu yarattığına..? kendince onun da ritüelleri yok mu..? hatta saf bir inançla inanıyor belki.. o zaman farkı ne..? iman eden müslim ile iman eden putperest arasındaki fark ne..? hele bir düşünelim varlık amacımızı.. son 4-5 senedir rüyalarımla gerçek hayatımın arasında pek de fark olmadığını müşehade ediyorum.. “gerçeklik” denen zıkkım beni iyiden iyiye korkutmaya başladı.. Allah korkusu dedikleri budur belkide.. cidden korkuyorum.. çünkü kimi rüyada gördüklerim öylesine gerçek ki çoğu zaman uyandığımda şüpheye düşüyorum.. ben bunu yapmış olabilir miyim acaba diye.. belki de hafiften sıyırıyorum.. ama şahit olduğum her benzer olay beni daha fazla gerçekliği sorgulamaya itiyor.. ve inancım kayboluyor artık şu an’a.. esas gerçek itibarı ile burada olduğumdan bile şüphe duyuyorum.. hakikatte neredeyim sorusunu getiriyor bu da akabinde.. ancak bunun çözümü elbetteki somut olarak mevcut değil.. geçmişin geleceğin ne olduğu da aynı derecede muğlak.. kesin olan bir tek şey var o da bir bütün halinde bulunan bilincim.. onun sorularına bir takım cevaplar “din” başlığı altında verilmiş.. bir yoldur her dini sistem.. hepsi kendi usûlünce yönlendirmekte katarı.. hiçbirini yadırgamam, yermem, aşağılamam.. hepsi insanın içindeki yegâne gerçek açlığı doyurmaya çalışır.. bir çoğu zaman içinde toplumların afyonu, uyutucusu, sersemleticisi olmuş.. çobanın elindeki kaval yahut kayın sopa olmuş.. ama özünde hepsi, hepimizin içindeki sorulara birtakım cevaplar vermek amacını taşıyor.. ne kadarı gerçek ne kadarı hayal bilmek mümkünsüz.. gerçeğin ne olduğu hakkında mütereddit olan ben için ise hiçbir anlam ifade etmiyor çelişkileri.. çelişkiler bakış açısına göre değişim gösteriyor çünkü.. siyah ve beyaz çelişkisi aslında uyumun nadide bir parçasıdır.. iyi ve kötü gibi.. esasında çelişmezler.. onu algılayan bilinçler yalnızca birini sevebildikleri için diğeri çelişki teşkil edecektir.. güzellik ve çirkinlik çelişki değildir.. onlar bir bütünü oluşturan parçalardır.. o yüzden dinlerin çeşitleri, inanış biçimleri, ritüelleri vs hepsi bir bütünü oluşturan ve birinin eksikliği, yokluğu durumunda bütüne zarar verecek olan vageçilmez parçalardır.. yanlış ve doğru ayrımı bizlere göredir.. izafidir ve birbirlerini reddeden, çatışan, en basit ifade ile ters düşen tüm değerler esasında zıddının tasdikleyicisi olarak görev yaparlar.. ve uzak doğuluların yin ve yang’ı gibi bir uyum içindedirler.. çatışmaları onların iletişimidir.. birbirlerini katledişleri esasında uyumlarının ifadesinden başka birşey göstermez.. merhamet de böyledir.. insan olarak merhameti, sevgi ile korumak, kollamak, sakınmak, olarak algılar ve öyle yaşarız.. denir ki; “Allah, Erhamer Rahimin’dir”.. merhamet edicilerin en merhametlisi.. o zaman birbirlerini yumurtadan çıkar çıkmaz yuvadan atmaya çalışan yırtıcı kuşları nasıl açıklayacaksınız..? boncuk gözlü yavru ceylanı parçalayan sırtlanı..? beşeri bakışla açıklamamız mümkün değildir.. o yüzden de inkâra düşer çoğu insan.. bir çok olay karşısında beşeri bakışıyla “haksızlık”, “adaletsizlik” ve “eksiklik” görür.. ve bu eksikliği beşeri bakışı ile farkedebildiği dengenin kısmi yansımaları olan bilimle ifade etmeye çalışır.. ve böyle bir sistemde tanrı olamaz der.. herşeyin kuralları belli, sınırları belirgindir.. ve bu sınırlar içinde kendini güvende hisseder.. ilahî yokluğa inandırır kendini.. buna zorlar.. ve tekrar başa döner bu yazı.. sonsuz kere sonsuz döner durur..”ya varsa” önermesinin üzerinde düşünülesi bir çok sonucu vardır.. sınırsız fikirlere gebedir.. çoğuna hayal ürünü gelen bu girdi ve çıktılar ne kadar tatmin etti sizi bilemiyorum.. tatmin edici, çok daha doyurucu açıklamalar mümkündür.. zayıf dimağım, beceriksiz cümlelerim, âciz kelimelerim ancak buna yetti şimdilik.. ancak tek bildiğim “ya yoksa” önermesinin sonunda zaten hiçlikten başka bir şey olmadığıdır.. hiçliğin ise konuşulması muhaldir..