Şaşıyordu kendine, kendisi mi yanlıştı yaşıtları mı?Bildiği gördüğü tüm arkadaşları bir kızla ilişkilerini bitirdiklerinde hayatlarına devam ediyor, üstüne üstlük ayrılığın dumanı tüterken başkalarını buluyorlardı. Kolay mı unutmak öyle hemen? Tutacakları bir matemleri yok muydu, gönül kapılarına asacakları kara bayrak, saygı duruşu…Başı önde, elleri cebinde düşündüklerine cevap bulamadan kendisini aşkın yükünü sırtlamış Atlas gibi hissederek sürüyordu ayaklarını yere. Babası takmıştı son iki aydaki bu boş vermiş haline. ‘Şimdi karşıdan gelse yine kızar’ diye aklından geçirdi. ‘Ellerimi dışarı çıkartsam nasıl sallamam gerek ki bunları? Ayaklarımı sürümezsem de baston yutmuş gibi yürüyorum,bari başımı kaldırayım’ dedi. Keşke babası gelse idi, keşke ‘neden böylesin, ne biçim delikanlısın! diye herkesin önünde bağırsaydı. Aşkını istemeyen geliyordu karşıdan,yanında da o briyantin kutusu bitirmiş piç! Onlara bakmamalıyım. Allahım kazık gibi yürüyorum. Daha hızlı yürümez mi bu ayaklar? Başımı yine eğdim, kaldırmalı mıyım? Yüzüm yeterince ciddi mi, acı çektiğim belli oluyor mu? Bana bakıyorlar mıdır? Kız niye kıkırdadı? Gözyaşım ne olur akma. Koşsam mı?Dayanamadı,kayıklarına doğru koştu, biraz evvel taş kestiğini düşündüğü ayakları onyedi yaşında olmanın hakkını ancak veriyordu. Kayığı alacağı için babası kızacaktı ama onu umursayacak hali yoktu. Derhal kıyıdan uzaklaşmalıydı,ya kızla bir daha karşılaşırsaydı? Kalbindeki dikiş tutmayan yaranın acısını nasıl hafifletecekti? Kayığa atladığıyla nasibini koklayan kedi korkuyla yandaki kayığa sıçradı. Kıyı ipi ile demir ipini alelacele bağladı. Kürek ipini iskarmozlara geçirip kayığın burnunu açığa, kendi sırtını kıyıya verdi. Karanlık basmadan dönmeyecekti…