O gün işten yorgun argın çıkmıştı. Hava hala olabildiğince sıcaktı. Açık mavi t-shirtü hemen ter içinde kalmış, sırtına yapışmıştı. Yeni aldığı keten pantolonu ise biraz uzundu sanki. Yürürken paçaları ayakkabasının altına sıkışıp duruyordu. Saçlarından akan ter damlaları yürürken önüne düşüyordu. Bu sıcaklarda en iyisi kısa saç deyip, saçlarını iki numara kestirmişti daha geçen gün ama ne fayda. 30’una daha basmamıştı. Kısa sayılabilecek iş hayatı ona fazlasıyla yetmişti. Sürekli söyleniyor, Hayat mı lan bu ! dilinden eksik etmediği cümlelerin başında geliyordu. Başı çatlayacaktı sanki, en azından o öyle hissediyordu. Saatine baktı. Karaköy’den Kadıköy’e vapur 18:15’de olmalıydı. Kaçırmamak için adımlarını sıklaştırdı. Önündeki adama ilişti birden gözü. Adam resmen kıvıra kıvıra yürüyordu. Hızlı adımlarla adamı geçti, koşmaya başlamıştı. Iskeleye geldiğinde saat 18:13’ü gösteriyordu. Yetiştiğine sevindi, kaçırsa 15 dakika beklemek zorunda kalacaktı.

Her zaman oturduğu bölüme, üst katta vapurun ön tarafına yöneldi. Temiz hava belki baş ağrısına iyi gelir diye düşündü. Ha siktir dedi içinden. Yer yoktu. Boylu boyunca dolaştı üst katı. Bir o yana bir bu yana sürekli yürüyordu. Sonunda bir yere oturmaya karar verdi. Uzakta büfe bölümünün olduğu yerde bir masaya takıldı gözü bu sefer. Gri pantolonu ve mavi gömleğiyle şık giyimli genç bir adam yine kendi yaşlarında bir bayanla sohbet ediyordu. Pürüzsüzdü cildi, ne sakal ne de bıyık. Adam bacak bacak üstüne attı. Vaaay be dedi. Ulen nasıl yapıyorlar kardeşim şu işi. Ben bi türlü yapamıyorum. Oram buram sıkışıyor yahuu. Sonra adamın mimiklerine dikkat etti. El hareketleri, gözlerini büyütüp küçültmeler, bir kadının edaları gibiydi. Hem de cilveli bir kadının.Baş ağrısı iyiden iyiye artmıştı. Bir süre sonra oturduğu yerden kalktı ve alt kata indi. Bir tur da orda attıktan sonra oturdu bir sıraya. Cep telefonunun radyosunu açtı. Bay J saatiydi ve kaçırmak olmazdı. Fakat kulaklığının biri hiç çalışmazken, diğeri ise çok az ses veriyordu. Uzun zamandır yeni kulaklık bakıyor ama telefonuna uygun olanı bir türlü bulamıyordu. Sırf bu yüzden telefonunu değiştirmeyi düşünmeye başlamıştı. Az çalışan kulaklığını iyice kulağına sokuşturdu. Bay J, bir parça unutturmuştu baş ağrısını.

Pencereden, bir yükselip bir alçalan martılara, ardısıra geçen vapurlara, teknelere daldı bir süre. Sonra tam karşı sırada hararetli hararetli konuşan bir kadına değdi gözü. Hiç susmadan birşeyler anlatıyordu. Gözleyen kişi olmak bile zor ve yorucuyken, dinleyen ne haldedir diye düşündü ve sonra dinleyene göz attı. Sarı, parlak, dar t-shirtlü, dar kot pantolon giymiş, 34-35 yaşlarında bir adamdı. Belli ki saçları boyaydı. Seyrelmiş uzun sarı saçlarını güneş gözlüğü ile sıkıştırmıştı. Kollarını göğüs hizasında bağlamış dikkatli bir şekilde kadını dinliyordu. Ara sıra uzun tırnaklı parmaklarını oynatıyordu. Adam saçlarını geriye doğru atıp, konuşmaya başladı. Artık şüphesi kalmamıştı. Birden ayağa kalktı ve bütün gücüyle bağırdı : Alem top olmuş oğluuuuuuuum..!