the reader
the reader

2009 Akademi Ödülleri’nde 5 adaylığı olan The Reader, bir Stephen Daldry filmidir. Daha önce ilk filmi Billy Elliot ile 2000 yılında, The Hours filmiyle de 2002 yılında aday olan ama Oscar sevincin yaşayamayan İngiliz yönetmen ne yazık ki 2009 Altın Küre ödüllerinden de eli boş döndü. Filmi Bernhard Schlink romanından sinemaya David Hare uyarladı. Hanna Schmitz rolü için seçilen Nichole Kidman, hamileliği nedeniyle filmden ayrılınca Kate Winslet rolü üstlendi ve gerek cüretkar sahnelerde gerekse mahkeme sahnesinde gösterdiği performansla Altın Küre kazandı. Altıncı kez aday olduğu Akademi Ödüllerinin de en güçlü adayı. Filmin erkek oyuncuları genç yetenek David Kross ve yılların oyuncusu Schindler’s List ,The English Patient ,Red Dragon gibi başarılı filmlerden tanıdığımız Ralph Fiennes.

the reader
the reader

Türkiye’de 6 martta vizyona girecek filmin konusu ;1958 yılı Almanya’sında okul çıkışı eve gitmekte olan 15 yaşındaki Michael Berg hastalanır, evine gitmesi için ona yardım eden 36 yaşındaki kadına karşı minnet duyar ve iyileşince ona teşekkür etmeye gider. Aralarında fiziksel bir ilişki başlar. Kontrolü kadının elinde olan birbirlerini tanımaya anlamaya izin vermeyen, kadının öğretici, genç oğlanın öğrenci olduğu sadece cinsellikten ibaret bir ilişkidir bu. Önce her okul çıkışını sonra yaz mevsiminin gelmesiyle her gününü kadının yanında geçirmeye başlayan genç, kadına tutkuyla bağlanmıştır. Hanna’nın çocuktan kendisine kitap okumasını istemesiyle aralarındaki ilişki yeni bir boyut kazanır. Artık Michael okuyucu, Hanna ise dinleyicidir. Kitap okumak birinci sıraya cinsellik ise ikinci sıraya yerleşmiştir. Sadece adını bildiği, kitaplar okuduğu ve seviştiği kadına aşık olan genç, evin dışında da beraber vakit geçirebilecekleri hafta sonu şehir dışı gezileri bile planlar. Ama bu rüya günler tramvayda kondüktör olarak çalışan Hanna’nın ofise terfi etmesiyle son bulur. Ofiste çalışmak istemeyen Hanna, gence haber bile vermeden ortadan kaybolur.

the reader
the reader

Aradan 8 yıl geçer Michael hukuk öğrencisidir. Ders aldığı hocası gözlem yapmaları için Nazi davalarından birine götürene kadar Michael, Hanna’dan haber almamıştır. Mahkeme salonunda Hanna’yı görür. II. Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında gardiyan olarak görevli olan ve 300 Yahudi kadının bir kilisede yanarak ölmesine izin vermekten yargılanan 44 yaşındaki kadın bildiği tanıdığı Hanna’dan çok farklıdır. Yangından annesiyle beraber kurtulan ve o sırada çocuk olan Ilana Mather toplama kampında yaşadıklarını kitap haline getirmiş ve mahkeme salonunda gardiyanları teşhis etmiştir. Hannayı özellikle hatırlar, genç ve güçsüz kadınlardan geceleri kendisine kitap okumalarını isteyen ama onları ölüme göndermekte bir sakınca görmeyen biri olduğundan bahseder. Bu sözler ve geçmiş anılar Michael’in Hanna’nın sırrını anlamasına neden olur. Diğer kadın gardiyanların duruşma sırasında, kendilerini yönlendirenin Hanna olduğu iftiraları üzerine hakim onun elyazısını ister. Önüne koyulan kağıda endişeyle bakan Hanna suçu üstlenir ve ömür boyu hapse mahkum olur. Sırrının ortaya çıkmasındansa 300 kişinin yanmasına karar vermiş biri olarak suçlanmayı kabullenir. Gerçekleri bildiği halde söyleyememenin verdiği suçluluk duygusuyla kıvranan Michael, 58 yazı boyunca Hanna’ya okuduğu kitapları tekrar okuyarak kasetlere kaydeder ve Hanna’nın dinlemesi için hapisaneye gönderir. Böylece aralarındaki okuyucu dinleyici ilişkisi 20 yıl daha devam eder.