Otuzlarının ortalarında seyreden iş adamlarının cinnetini fark ettiniz mi hiç. İsimlerinin, unvanlarının yazdığı metalleri beş yüz metreden okuyabildiğimiz masalarında yaşadıkları psikolojik gerilimi. Bir an gelir ve fark ederler. Aslında dışarıda da bir hayat olduğunu. Aslında çok ama çok sıkıldıklarını. Aslında buralara, bu dünyalara ait olmadıklarını. İşte bu yüzden siz geç kalmayın ve muhakkak mutlu olduğunuz işi yapın.Çünkü o farkındalık anı geldiği zaman, gemileri yakacak yaşı aşmış olabilirsiniz. Maalesef bir aile, birkaç çocuk, ikiyüzlü gereksiz bir düzen kurmuş olabilirsiniz. Düzensiz, çocuksuz, aile kurmadan da yaşanabilir mesela.Madem gününüzün çoğu, işyerinizde geçiyor. Madem somurtuyorsunuz. Gidin sevdiğiniz işi yapın. Belki üç ay belki beş yıl “o ikiyüzlü rahatınız” biraz bozulur. Ama eninde sonunda mutlu olursunuz. Ya da diyelim daha mutsuz. Bir denemiş olursunuz hiç olmadı.O mutsuz düzenleriniz hiç rahatsız etmiyor mu sizi?O roller, alttan almalar, “-mış gibi”ler diyelim, dürtmüyor mu zihninizi.Gidin yeni bir üniversiteye başlayın, kitap satın, gidin uçurtma uçurun mesela. Üstlerinize söyleyemediğiniz sözler, sıkmaz mı canınızı. Ya da işi gücü bir kenara bırakıp bir aile kurun, bir çocuğun güzelliğine bırakın “bunca yıldır suyu sıkılmış” ruhunuzu.Madem bahar da geldi, gidin çiçek toplayın yakın bir kırda. Bu kadar güvenli evlerde oturmayın, bunca kilit bunca zincir kapılarınızda, bunca biriktirmeyin. Bir köy düğününe gidin mesela.O farkındalık anı çok geç gelebilir, gelmeyebilir de hiç. Su birikintilerini takip edin, başka dünya meseleleri üzerine kafa yorun.Bazı şeyleri daha erken tartmakta fayda var.