Şirin, onbir aylık, iki numara terier bir kız evlat..Sahibesi için, sevdanın özüdür, yeri geldiğinde bu öz kemana, saza dökülür..” Şirin’i her gittiğimiz yere taşıyamayız” dedim.
önce fikrimi beğenmedi, sonra kabul etti..Şirin bize bakıyor, gözleri çakmak çakmak, hiçbir şey söylemeden öylece bakıyor.. Patisi kalbinin üzerinde, bir heykel gibi bizi dinliyor..Şirin’e bir fiyat belirledik ve gazete ilanı ile sattık.. Satmamızın nedeni alıcıların gerçekten ciddi hayvansever olmaları içindi..Şirin gitti,Sersemce bir düşünce idi onu yollamak; Evet sersemce bir düşünce. yağmur altında dolaşmak romantizmini icat eden insan, aç insanların hayvanca oburluğuyla adeta kendi hayatına tükürebiliyor..Berrak bir istanbul akşamında, denizin ortasında bir ada göz kırpıyor; Üzerinde hiçbir bitki yetişmeyen küçük bir ada.Kimilerinin “sivri ada” kimilerinin “Hayırsız ada” ada dedikleri toprak parçası..Hayırsız adanın bu kötü adı nereden gelmektedir?Piyer Loti’nin anılarında şöyle anlatılır; “İstanbul’u köpeklerden temizlemek için serseriler,işsizler ve haydut kılıklı adamlar görevlendirildi. Bunlar işlerini demir kıskaçlarla yapıyorlar, zavallı kurbanlarını boyunlarından ayaklarından ya da kuyruklarından yakalıyor ve onları rasgele kan-revan içinde Hayırsız adaya götürecek mavnalara atıyorlardı…”
Adaya o günlerde yaklaşan teknelerde bulunanlar, gördükleri dehşet karşısında gözlerini kapamakta,duydukları leş kokusu sonucunda burunlarına bez bağlamaktadırlar.Köpekler sefil bir biçimde ölürken,şuurlarını yitirmekte ve birbirlerini parçalamaktadırlar. Çığlık ve havlamaları yeri göğü yırtmakta lodosla birlikte İstanbul’a ulaşmaktadır…İki ay sonunda Hayırsızada’dan gelen tüm sesler kesilmiştir…Bunları okuduğumda çıldırıyorum…Şirin’in sesi bizi çağırıyor ” Artık ben sokaktaki bir köpeğim sizin için, bu gece ve her gece herkes yattıktan sonra , sokaktan, sizin pencerenizin altından , ıslık çalarak geçeceğim ya da sabahları yıldızlar sönmeden , patilerimin sesleriyle uyanacak ben de sizlerin ceddine cibiliyetinize söveceğim. Bundan böyle bu şehrin içinde dolaşacağım bu şehir benimdir…”
muazzam bir yıldız kaymış gibi hayatımızdan, belleğimden akıp gidiyor..Aynaya bakıyorum, kendi yüzüme tükürmek geçiyor içimden. Ter boynumdan içime akıyor, yorgunum canım sıkılıyor. Sanki bir bodruma girmişim. Yüzümde, ensemde aynı demir pençe. Ben bir canavarım.Evet bir aşağılık canavar…Şirin!in sahibesi kulağımın dibinde büyük büyük haykırıyor; “Gidelim ” diyor “onu bulalım, ne gerekiyorsa yapalım alalım, yoksa gebereceğiz”Cehennem olup, sokağa atıyoruz kendimizi…