Ne umutlar verdik dünyaya gelirken, bizden beklenilen roller vardı. İyi evlat olacaktık, sağlıklı doğacaktık. Çok çabalayıp, emek verdiler, sağlıklı olmamız içine ne gerekiyorsa onunla beslendiler. “Aş” erdiler, sancı çektiler, kaç tekme atıp canlarını yaktık. Dünyaya geldiğimizde bu acıların hesabını bize sormadılar. Hemen kucağına alıp mutluluğa gark oldular.Anne işte! Karşılıksız sever, dünyaya eksik gelmişsen, eksiğinin yerini alırlar. Olmayan uzvun olurlar. Bir anne tanıdım diğer anneler gibi gül kokulu, beyin özürlü olarak dünyaya gelen çocuğuna ömrünü adayan. Çocuğunun karnını doyurmadan kendisi yemeyen, onu uyutmadan uyumayan tıpkı diğer anneler gibi bir anne.Sevgi ilaç, sevgi ekmek, sevgi nefes…Çocuk yirmi yaşına gelmiş bir delikanlı ama ne çevresindekileri ne de kendini bilmiyor. Bariz ve farklı olarak tepki verdiği tek olay ezanın sesini duyması oluyor. Bayram yapar gibi ezan bitene kadar kendini bir sağa bir sola hızlıca sallıyor ve anlamı olmayan ama melodik denilebilecek bir makamda ezana eşlik ediyor. Gördüğümde çok şaşırdım ve bakakaldım, etkilendim. Ezan sesi ile mutlu olup huşu içinde eşlik ediyor.Engelli çocuklarda bazı olağanüstü durumlar gözlenebiliyor ama bu şekilde sadece ezana tepki veren bir engelliyi daha önce hiç görmemiştim.Onu gördükten sonra üzerinden beş yıl geçtiğinde yani bugün vefat haberini alınca sarsıldım. Her ezan sesinde onu andım beş yıl boyunca, bundan sonra anacağım gibi…25 yıllık bir yaşam, kendini bilmeden, sadece ezan…