Evrimin ilk basamaklarından itibaren insanoğlu yaşamda kalmasını sağlayabilecek, ileri aşamada bugün ve daha ileri aşamada yarın daha da iyi yaşamasını sağlayabilecek milyonlarca içiçe geçmiş yöntem oluşturdu. Avlandı, bitkiler yetiştirdi, temizlendi, karnını doyurdu, sevişti, çocuk sahibi oldu, daha rafine zevklerin peşinden gitti. Yıllar boyunca yaşamış yüz milyarlarca insan tarafından, zeytinyağı yapmaktan, biber yetiştirmeye, altına eden çocuklarının altını temiz tutmaktan, yüzündeki sakalları traş etmeye, evcil hayvanlarını beslemekten bilgileri birbirine iletmeye varan binlerce değişik konuda oluşturulmuş bilgi haznemiz inanılmaz bir boyuta ulaştı.

Parayı Likyalılar basıp kullanmıştır diye bilinir. Düzinelerce anaakım (mainstream) ekonomi metodunun yanında, bunların binlerce farklı çeşiti evrimleşip, globalleşme adında kapımıza dayandığında, bizden arzu ettiği en önemli şey cüzdanımızın içindekiydi. Yargılamıyorum. Kapitalizm de insanoğlunun diğer buluşları gibi evrimleşmek zorunda. Bu da diğer bir dolu insan yöntemi içinden sadece bir tanesi. Geçelim…

İnsanoğlunun yıllar içinde geliştirdiği türlü çeşitli yöntemi sergileyecek bir müze yapmak istesem bu koşullarda ne yapardım diye düşünüyorum. Aslında köşebaşındaki süpermarket (adı müze olmamakla birlikte) bu koşulu inanılmaz şekilde sağlıyor.

Düşünün…

Binlerce çeşit değişik gıda maddesi. Her birinin o raftaki yerini alabilmesi için geçen milyonlarca sene içinde binlerce kez yenilenmiş (ya da geliştirilmiş) işlemlerden geçiyor.

Bezelye konservesi mi? Havuç mu? Tuvalet kağıdı mı? Köpek maması mı? Gazete mi? Zeytinyağı mı? Şarap mı? Kahve mi? Hangi birinin üretimi, paketlenmesi, markete ulaştırılması, üzerine fiyatını belirtir bir etiket eklenmesi insanoğlunun dogrudan ve isteyerek bulduğu ya da dolaylı yoldan keşfettiği yöntemlerden ayrı düşünülebilir ki?

Bir daha düşünün.

Tüm bu ürünlerin üzerinde küçücük yazılarla bir dolu bilgi. İçinde ne var? Neye yarar? Nası hazırlanır? Markası nedir? Son kullanma tarihi nedir? Bir dolu bilgi. Tüm bu bilgileri bir kitaba toplamaya çalıştığımı düşünüyorum. Kalın bir cilt dolusu kitap oluyor. İnsanoğlu’nun yaratı mirasının açıklamalarını içeren bir kitap.

Koridorlarında yürüyünce, raflarında elleyip koklayabileceğiniz, şişesinden içini görebileceğiniz, belki çalkalayabileceğiniz ürünleri açıklamalarıyla birlikte, yerli yerinde görebiliyorsunuz. Kavanozların üzerindeki resimler, değişik kişilerce çizilmiş. Onlar bile kendi halinde başka bir müzeyi doldurabilir.

Bu müzenin postmodern tarafı, incelemnize açık olan her türlü nesne bir tutar ödemenizle sizin olabiliyor. Bir başka insan icadı olan kasaya gidip “Bunları almak istiyorum.” diyorsunuz. Bu kadar basit. İnsanoğlunun etnografik, sanatsal, gastronomik, teknik, hijyenik bir dolu yaratısı ufak bir bedelle sizin oluyor.

Bir sonraki gidişinizde Migros’a, Gima’ya, (kimileri için Tesco’ya Sainsburys’e, Safeway’e de olabilir) her koridorundan geçin, ve bu güzel müzeye siz de hayran kalın. Ben -daha önce de dediğim gibi- küreselleşmeyi bu noktada eleştiremiyorum. İsanoğlunun ortak mirasının bir parçasına, “ederini” (Likyalıların değil Capitalialıların bastığı bir para olarak) vererek sahip olmak bir lüks. Bunun da zaman zaman tadına varıyorum. Arada sırada çoğu köşebaşında bulunan postmodern müzeleri ziyaret etmekten de bu şekilde büyük keyif alıyorum.