“Politik hayvan”sa eğer ademoğlu, işte hayvanlık kısmının müsebbibidir mevzu bahis.Politika ve küfür… Ademoğlunun (ve tabi ki kızının); aklını, dilini ve başparmağını kullanmaya başladığı günlerden bu yana vazgeçilmezleri.Ateşi bulan adamın, bunu türdaşlarına karşı bir egemenlik aracı olarak kullandığı ne derece biliniyorsa, elini yaktığı sırada ettiği okkalı küfür o derece bilinmezdir bizim için.Keza, Kanuni’nin Fransuva ya yazdığı o belagatlı mektubu bilir herkes de, veziri ile hasbı hal ederken “godoş Fransuva” diye alay ettiğini hiç düşünmez.Alternatif tarihçiler bile pek girmez işin o yanına. Hani gereksiz bilgi babından değinenler olmuştur mutlaka, ama demem o ki, bir iki padişah fermanından öteye gitmez onlarda.Ve fakat küfürbazlığın pek bir marifet sayıldığı bir çağda yaşıyoruz artık. Bundan iki-üç yüzyıl sonra, geleceğin vakanüvisleri herhalde kimin kime nasıl ayar verdiğini yazmakla iştigal edecekler. RTE, Baykal’a nasıl giydirdi, Baykal Arınç’ın eşinin hatırını nasıl sordu falan, filan…Balığın baştan koktuğu gibi, küfürbazlık politikaya tepeden girdi. Velhasıl dünden razıydı avam da bu modaya. Evlerde televizyonun karşısında, kahve köşelerinde, okul sıralarında kısacası hayatın her alanında sardı bu moda.Demokrasinin özünde var avamlık. Çoğulculuk ve katılımcılık deniyor buna. Gayet basit aslında; parmaklar havaya, kabul edenler / etmeyenler, kabul edilmiştir… İşte işin özü özeti bu.Ve işte sorunda burda başlıyor aslında. Kabul edenlerle kabul etmeyenlerin uzlaşmaz çelişkisinde… İnsanlık tarihi kadar eski olan bu çelişkiyi yürütme sanatı ise politika.İlk çağlardan bugüne çelişkinin adı da, biçimleri de farklılaştı hep. tartışmanın tarafları da elbette. köle-efendi, serf-derebeyi, aristokrat-burjuva, köylü-burjuva, işçi-burjuva vb. vb…Fakat politikanın bir yöntemi, bir üslubu oldu hep. Fransız Devrimi’nin omuz üstünde baş bırakmadığı günlerinde bile, halk Danton’la Robespierre’in sert ama seviyeli tartışmalarına tanık oldu. Bolşevik lider lenin, Romanovları yok ederken bile şöyle ağız dolusu bir küfür savurmadı. Ya da Atatürk yedi düvele meydan okurken argo sözlüğe girecek tek laf bile sarfetmedi.Küfür hep avamın arasındaydı oysa. Fransız köylüsü Danton’a da, Robespierre’de bir ömür boyu yetecek küfrü sıralamıştı kelleleri sepete düşmeden. Ya da Kazak zulmünden kaçan mujik, çarın yedi ceddini anmıştı her fırsatta.Bugün geldiğimiz nokta Dantonların, Robespierrelerin ve daha da kötüsü Mustafa Kemallerin devrinin kapandığı yerdir. İdealleri uğruna yaşayan ve gerektiğinde ölmesini bilen bu adamlarla, mujik arasında yapılan yanlış tercihin son demleridir.İdealleri olan ve bunları anlatmak isteyen adamla, sadece avamın kalabalığını peşine takmak isteyen adamın farkıdır bahsedilen. Ve devir ikincisinin devridir…Diyeceksiniz ki; be ey adam ne gerek var bu laf kalabalığına. Biz de görürüz durumu, biliriz sonuçlarını. ve fakat, işte zurnanın son deliği budur. Bilirizde, seçimlerimizi yaparken bu bilgiyi pek kullanmayız. Bırakın seçimlerimizi, kendi politik algılarımız bile, bu “kabadayı edebiyatının” rüzgarında şekillenir, boy verir.Kıssadan hisse; eğer şikayetçiysek bizi yönetenlerden en azından yöntem olarak farklılaşalım onlardan. küfrün değil, fikrin takipçisi olalım…