Hafif Org yazarlarından sayın selmaelma hanımefendinin Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” romanından bahisle 83 yılda neyin değişip değişmediğini sorgulaması üzerine, Türk edebiyatında önemli bir yeri olan Peyami Safa’nın sinemaya uyarlanan romanlarına ve bu filmlere bir gözatarak, değerli romancımızı bu yönüyle tanıtmak istedim.Peyami Safa babasının Sivas’ta sürgünde bulunduğu sırada öldüğünde iki yaşında idi. Küçük yaşlarda kemik veremine yakalanması nedeniyle çok zorluklarla ve maddi sıkıntılarla geçen yaşamında düzenli bir tahsil yapamayarak Vefa lisesinden ayrıldı ve çalışma hayatına başladı. Çeşitli gazetelerde, dergilerde gazetecilik yaptı ve roman, hikaye düşünsel yazıları yayınlandı.Yazdığı romanlarından başka, düşünsel yazılarıyla ön plana çıktı. Bu yazılarının başlıcaları şunlardır:Zavallı Celal Nuri Bey (1914), Büyük Avrupa Anketi (1938), Türk Inkılâbına Bakışlar (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Sosyalizm (1961), Mistisizm (1962), Nasyonalizm(1962), Doğu – Batı Sentezi (1963), Nasyonalizm-Sosyalizm-Mistisizm (1968), Osmanlıca – Türkçe – Uydurmaca (1970), Sanat – Edebiyat – Tenkid (1970), Sosyalizm – Marksizim – Komünizm (1971), Din-İnkılâp – İrtica (1971), Kadın – Aşk – Aile (1973), Yazarlar – Sanatçılar – Meşhurlar (1976), Eğitim – Gençlik – Üniversite (1976), 20. Asır – Avrupa ve Biz (1976).Romanlarının çoğunu “Server Bedii” takma adıyla yazdı. Sinemaya uyarlanan romanları ise pek fazla olmamakla beraber, yapımcılara ilham kaynağı olmuştur.Bu filmlere gelince:1924 yılında Sözde Kızlar Muhsin Ertuğrul tarafından senaryolaştırılmış ve yönetilmiştir. 1954’ de Cingöz Recai polisiye romanından uyarlanan “ Beyaz Cehennem , Metin Erksan tarafından senaryosu yazılmış ve filmleştirilmiştir. 1960 senesinde Cumbadan Rumbaya isimli filminin senaryosunu Turgut Demirağ yazmış ve yönetmiştir. Romancımızın “Sözde Kızlar Romanı 3 kez sinemaya aktarılmıştır. Bunlardan İlki: 1924 yılında Muhsin Ertuğrul tarafından senaryolaştırılmış ve yönetilmiştir. İkincisi; Nejat Saydamın senaryosu ve rejisinde 1967 yılında gerçekleşmiştir, Üçüncü Sözde Kızlar filminin Senaryosunu Safa Önal Yazmış, Orhan Elmas’da 1990 yılında filme çekmiştir. Yazarın en önemli romanlarından ola Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun senaryosu Nejat Saydam tarafından yazılmış ve gene aynı kişi tarafından 1967 yılında filme alınmıştır. 1968 yılında film haline getirilen iki romanın Senaryosunu sefa Önal Yazmış yönetmenliğini de Ertem Göreç yapmıştır. Bunlar, “Sabahsız Geceler” ve “Alnımın Kara Yazısı” filmleridir.
sevgilerimle, sevgisiz ve sinemasız kalmayın
yorumlar
Geçen sene “Peyami” adlı biyografi okumuştum. Yazarın çok yönlülüğünü ve ilginç kişiliğini güzel bir şekilde dile getiren kitapta, 40’lı yıllarda çok partili hayata geçiş zamanında yazarın demokrasiyle ilgili, ülkenin demokrasiye hazır olup olmadığıyla ilgili düşüncelerini yansıtan bir anektodu paylaşmak isterim:Prof. Şükrü Hazım’ hocanın demokrasiyi öven uzun konuşmasından sonra şu soruları sormuştu:- Kalbinizde bir rahatsızlık hissetseniz kime başvurursunuz?Profesörün cevabı:- Hiç şüphesiz kalp mütehassısına.- Ya yüzünüzde bir sivilce çıksa?- O zaman bir cildiyeciye.- Ya gözünüzde bir görme zayıflığı bulsanız?- O zaman gözcüye, oftalmoloji mütehassısına.Bu cevaptan sonra Peyami Safa dostunun yüzüne bakmış ve konuşmuştu:- Memleket idaresi bütün bu aksaklıkların giderilmesinden daha mı az ehemmiyetlidir? Memleketin de şu veya bu mühim işleri var. Bunları kim daha iyi yürütür sorusunu, çoğunluğu hayatında bir kere bile düşünmemiş insanlara soruyorsunuz. İşte sizin istediğiniz düzen bu.
Sayın sinemasever teşekkürler, bu güzel yazı için…exorientelux sayenizde öğrendiğim bu anektodtan çıkarımım fevkalede bombok olmuştur. şöyle ki Peyami Sefa sözlerinde haklı olmakla beraber çok ufak bir noktayı atlamıştır. Ufak olan bu önemli düşüncenin çok başlarda olması sebebi ile beyin yıkamasına mazur kalmış bizlerin göremeyeceği direk es geçeceği “Düşünen bir birey” olarak insanın yönetilmeye ihtiyaç duyması ve/veya daha iyi bir yönetime inanması gafletidir delaletidir ve hatta mahçup oldum beyefendi adına!
peyami safa hakkında daha tafsilatlı bilgi edinmek isteyen arkadaşlar için sabahattin ali’nin içimizdeki şeytanlar adlı eserini şiddetle öneririm.
jurnalcinin teki olduğu unutulmaması gerekir. bu olay gunter gras’ın açıklamlarına benziyor. o da gençliginde hitlere destek verdiğini itiraf ediyo. yani edebiyatçılığımı bizim için önemli, yoksa nasıl yaşadığımı. ayrıca ben 9. hariciye koğuşunuda ağdali dilinden dolayı hiç beğenmem. kitaptansa filmi daha güzel. sadece sinemasız değil, sanatsız kalmayın diyelim sinemasever.
Sayın devinim71, yaşınız itibariyle daha çok öğrenmeniz gereken şeyler var. Herşeyden önce bilmeniz ve sonra da unutmamanız gereken bir husus var. Sinema 7. sanat diye adlandırılan bir sanat koludur. Bu sanatın içinde görsellik (resim), müzik, edebiyat, şiir, mimari öğeler, heykeltraşlık ve daha saymakla bitmeyecek tüm sanat kolları mevcuttur. Bu nedenle sinemayı (filmleri) eğlence olsun diye seyretme dışında bu sanat kollarını görmek üzere daha dikkatli seyrederseniz, sanat kültürünü de almış olursunuz. Başka ne demeli bilmemki sevgili genç kardeşim. Diğer taraftan sanatçıların nasıl yaşadığı veya hangi düşüncede olduğu konusu burada söz konusu değil, önemli olan bıraktığı eserler ve bıraktığı izlerdir.Sevgilerimle”sevgisiz ve sinemasız kalmayın”
ada68’e ek…bahsi geçen roman içimizdeki şeytan. içimizdeki şeytanlar ise, romandaki karakterlerden ömer’in peyami safa’dan, nihat isimli yan karakterin de nihal atsız’dan esinlendiğine dair çıkan rivayetler üzerine nihal atsız’ın yazdığı yazının adı. bu yazı buram buram nefret ve ırkçılık kokarken bir yandan da saf değiştirdiğini düşündüğü eski dostu sabahattin ali’den intikam alış gibi duruyor. işin ironik yanı ise, içimizdeki şeytanlar‘ın, romanın oldukça iyi de bir çözümlemesi oluşu.
İçimizdeki Şeytan’ı okumadım, ama Sebahattin Ali’nin yazdığı romanda pek de tarafsız olmadığını, romandaki kahramanları işlerken bazı duygularına yenik düştüğünü okumuştum ( Bu yüzden önce kitabı oku öyle gel diyebilirsiniz tabii).Aslında çoğu yazar hayatında çelişkileri, gel gitleri barındırıyor, bu da belki onların sanatçı kişilikleriyle, olduğu gibi kabul etmeme, birşeyleri kurcalama içgüdüleriyle ilgili. Sebahattin Ali’nin sanırım lise hayatında Türkçülerle, Türk Ocağı’nda geçmiş zamanları var. Peyami Safa 9. Hariciye Koğuşu’nu yayımlarken romanı Nazım Hikmet’e ithaf etmiş, sonradan iki sanatçı arasındaki hakarete varan çekişme malum.Yine Peyami Safa ve Necip Fazıl bir dönem bohem yaşam tarzının dibine vurmuşlar, ama sonra onlar da yollarını ayırmış…Hasıl-ı kelam, çelişki ve buhranlarıyla beraber edebiyatımızın vazgeçilmezleri onlar.(Bu arada Sebahattin Ali ile ilgili Ağladığın Duyulmasın adlı yazı da güzel olmuş.)