Bir sabah uyandığımda yatağında ters dönmüş bir hamamböceği olsaydım her şey daha hızlı olurdu. Ama anladım ki kazana atılıp yavaş yavaş ısıtılan bir kurbağayım.

İlk günlerde heyecandı, kısmen keyifli bir işti, pek çok kişi yerimde olmak isterdi, Ora’da bulunmam büyük bir lütuftu onlara göre. Ben staj yapıyor, işi öğreniyordum, onlar da orada duran bissürü boş koltuktan birini benim değerli kıçıma ayırmak suretiyle onore ediyorlardı beni. Yukarıdakiler’le karşılaştığımızda bir yandan yanağımdan makas alıyor, bir yandan da fevkalade başarılı olduğumu söylüyorlardı, bazı işleri benden başkası yapamazdı falan. Yalan. Ağzıma bir parmak bal çaldıklarına göre bir de maaş bağlayacak değillerdi. Zaten racon böyleydi, gerekirse bir yıl babamızın hayrına çalışacaktık, o işi de bulamayanlar vardı çünkü. Gerçekten de bir yıl hiç para almaksızın çalışan arkadaşlarım olmuştu. Ben o kadar zengin olmadığım için, biraz üstün çabalarım sayesinde biraz da şansla ilk maaşımı 3 ay sonunda almıştım. Aldığım maaşla kardeşime aburcubur almak için markete gittiğimizde elimdeki paranın yarısının bir anda bitmesi bana çok saçma gelmişti. Yanlışlık nerdeydi?

Sonra baktım bissürü insan şizofrenik bir uyum içinde yaptıkları işleri sürdürüyorlar, baktım ki hepsinin ortak istekleri bir ev, bir araba, emekli maaşı ve iyi tatildi. Ve baktım ki hiçbiri de işinden memnun olmadığı halde devam ediyorlar. İnsanın düşüncesiyle eylemi nasıl bu kadar ters düşebilirdi, düşerdi de, bu, bu kadar uzun çekilir miydi? Her şey öyle sinsice oluyordu ki, onlara benzemekten korkuyordum. Hep birlikte kazana atılan ve zıplamasın diye yavaş yavaş ısıtılan bir kurbağa ordusuyduk sanki. İğrenmeye başladığım günler onlar oldu. İlk sözlü istifamı verişim o günlere denk düşer işte. Tabi istifa gerekçesini şeflere, müdürlere falan anlatmak hiç kolay olmadı o yüzden anlatamadım, keşke de anlatmaya çalışmasaydım. Bunalımda olduğumu düşünerek bir hafta izin verdiler, başka bir servise geçirdiler beni. İşime daha sıkı sarılmalıydım artık.

Böyle böyle devam etti bu, sonra yarısıyla aburcubur alınabilen, ay sonuna doğru beni eve hapseden maaşıma zam istedim, o arada bi daha istifa ettim, ettik, benim gibi başkalarıyla. Bu kez Yukarıdakiler’i tuzağa düşürmüştük –bir itaatsizlik söz konusuydu daha çok- ve eylemimizin 3. gününde 6 kişi geri çağrıldık, taleplerimizin karşılanacağına dair bir “söz” almıştık. Sıradan bir söz değil ama Ora’nın koskoca Bilmemne Müdürü’nün sözüydü, üstelik bu bize verilen 38. söz olduğuna göre onlar da kararlıydılar bu kez.

Beklenen maaş günü gelmeden önce öğrendik ki, ücretlerimizi düzenlerken kullandıkları ölçüt şuydu: Çeyreğiyle kardeşlere aburcubur alınabilsin, yarısıyla İETT’ye haraç verilsin, minibüs mafyasına bulaşılmasın, sabahları kahvaltıda börek değil poğaça yenilsin, asla hastalanılmaması gerektiği zaten bilinmeli; gelelim kültürel faaliyetlere, sinemaya gidilmesine gerek yok evde tv var, konser zaten beleş bize. İyi bu kadar. Bu zamanda kim bulabilmiş böyle bi iş. Regl olanlar annelerinin pedlerini kullansın artık, onu da biz mi düşünelim.

Biz paryaların bundan ötesine hakkı yoktu, ya da vardı da “Güç bir dönemden geçiyoruz arkadaşlar, kenetlenelim” deniliyordu. Allahın belası herif ben senle niye kenetlenicekmişim diyerek üçüncü ve son kez istifa ettim.

Neyse çok sıkıldım daha abartmıycam.