Şu ana kadar pek de bilinmeyen bir sefer aslında Çin seferi. Osmanlı’nın son dönemlerinde vuku bulması ise apayrı bir ilginçliktir. Hani şu “hasta adam” dönemi var ya işte tam da bu döneme tesadüf ediyor bu öksüz sefer. Öksüz bırakılmasının muhtemel sebebi ise hafızalarımızda Osmanlı’nın son dönem resminin, toprak kaybetme, haremde sefahat ve gerici istibdattan ibaret olduğu şeklindeki bilinçli olarak yapılan yanılsamadır. İşte bu yanılsamadan dolayıdır ki, Osmanlı’nın son dönemini hakkıyla analiz etmekten aciziz.

Aslında herşey 1873 Haziranında Doğu Türkistan’dan gelen bir heyetle başlıyor. Bu sıralarda Seyyid Yakup Han Çin’e karşı bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Ellerinde Yakup Han’ın ve halkının yeryüzündeki müslümanların koruyucusu olan padişahın engin kanatları altına sığınmak istediklerini belirten bir mektupla Hoca Töre (Yakup Han’ın yeğeni) ve heyeti Abdülaziz’in huzuruna çıkar. Özellikle elçinin mektubu okuduktan sonra, sözlü olarak, ülkesinin içinde bulunduğu vahim durumu anlatması ve askerî yardım talebinde bulunması üzerine Abdulaziz’in direktifiyle derhal yardım hazırlıklarına başlanılmıştır. Bütün alet edevatıyla birlikte 6 adet Krupp topu, 2 bin tüfek ile kapsül ve barut imaline mahsus tezgah ve sair aletler Türkistan’da zorda olan kardeşlerimiz için hazırlanır. Bu aletlerin nasıl kullanılacağı da düşünülmüştür elbette. Mermi imal etmeyi bilmeyen ve hayatlarında ilk defa bu topları kullanacak olan Doğu Türkistanlılara yardımcı olmak ve onları nizamı bir savaşa hazırlamak için Enderunlu Murad Efendi’nin başkanlığında bir askeri heyet de Kaşgar’a gönderilecektir.Çok zorlu bir yolculuktan sonra nihayet Kaşgar’a varmışlar ve müslümanların sevgi gösterileri ve gözyaşları arasında şehre girmişlerdir. Seyyid Yakup Han’ın 100 pare top atışıyla selamladığı Osmanlı yardım heyeti, bu gelişiyle Orta Asya İslam alemine adeta yeni bir hayat aşılamıştır. Doğu Türkistan a gönderilen Türk bayrağı, Kaşgar semalarında dalgalanmakta, hutbeler de Osmanlı padişahı adına okutulmakta ve basılan paralarda da Osmanlı hakimiyeti açıkca belirtilmektedir. Daha sonraları, 1908’de yine Çin’deki Müslümanların eğitim ihtiyaçlarının giderilmesi için, üzerinde sadece Türk bayrağı dalgalanan “Pekin Hamidiye Üniversitesi” (Darü’l Ulum’il Hamidiye) açılmıştır. Buradaki ilginçlik ise bizim “Kızıl Sultan” diye tanıdığımız Abdülhamit Han’ın Çin’deki Müslümanların eğitimini bile düşünmesidir.Yukarıda kısaca değindiğimiz Çin ilişkileri bize atalarımızın bizim hayal dahi edemeceğimiz meseleleri nasıl vücuda getirdiğini göstermektedir. Biz ise onları utanç kaynağı gibi görmekten ne zaman kurtulucağız? O muhteşem zaferleri bir masal gibi dinlemeyi ne zaman bırakacağız?Mustafa Armağan’ın çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi “Başımızı Öne Eğdirmeyenlerin Önünde Eğilsin Başlarımız.
Daha fazla bilgi için:İhsan Süreyya Sırma, “II. Abdülhamid’in Çin Siyasetine Dair Bir Vesika”, IX. Türk Tarih Kongresi (21-25 Eylül) Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara 1981, s. 1112-1113İhsan Süreyya Sırma, “Pekin Hamidiye Üniversitesi”, Belgelerle II.Abdülhamid Dönemi, İstanbul, 1998, Beyan YayınlarıA. Rıza Bekin, “Sultan Abdülhamid’e sunulan Doğu Türkistan ile ilgili bir rapor”, Ankara Ü. DTCF, Doğu Dilleri, cilt III, sayı:4, 1983Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, İstanbul, 2006, Ufuk Kitap