Ben evimize yakın bir İlkokula giderdim. Bütün arkadaşlarım da öyleydi, kimse okula servisle gidip gelmezdi. Bu yüzden de okul çıkışı, okulun önünde istediğimiz kadar oyalanır, arkadaşlarla takılır ve tabi ki okulun önünde satılan çeşitli abur cuburdan alıp, daha sonra da çantamızı savura savura eve dönebilirdik. Okulumuzun çevresinde demir parmaklıklar vardı, daha son ders teneffüsünde satıcılar gelmeye başlardı da, bazı arkadaşlar o demir parmaklıklardan para uzatıp, okuldan çıkmayı beklemeden, bir şeyler alırlardı.Neler neler satalardı bu satıcılar. Alıç diye bir meyve vardı, kışın başında çıkardı. Sarı malta eriğine benzerdi, çekirdekliydi, buruk bir tadı vardı, ama satıcı bunu kolye gibi bir ipe dizerdi herhalde o ilginç gelirdi onu alırdık. Bahar gelince, çağla satıcısı gelirdi minik minik kese kağıdında çağla satardı.Turşucu gelirdi. Böyle cam bardaklara turşu doldurur, üzerine de kepçe ile turşu suyu koyardı bir de çatal verirdi. Plastik değil, normal çatal herkese yeterli çatalı olur muydu! Yoksa turşu suyu mikropları öldür müydü! bilmem. Minik plastik kaplarda tuhaf pembe renkli bir tatlı satarlardı, sanki pelteye benzerdi onu hiç yemedim ama, çok meraklısı vardı. Kabın içinden bir hediye filan da çıkardı sanki. Sonra tabi simitçiler vardı. Şimdiki gibi kapalı arabaları yoktu tabla da, açıkta dururdu simitler. Tablayı da kafalarının üstünde taşırlardı.Lahmacuncu gelirdi, koluna taktığı beyaz bir sepeti vardı .2 ayrı kapağı vardı sepetin. Herhalde kapalı kaldığı için yumuşardı o lahmacun. Lahmacunu rulo yapıp, kağıda sarar öyle verirdi çocukların eline. Kapalı sepette çıtırlığını kaybettiği için dik durmaz, çocukların ellerinin üstüne düşerdi lahmacun. Bir tatlıcı vardı . 8 e ( ya da yan durduğu için sonsuzluk işaretine) benzer bir şekli olan şerbetli bir tatlıydı, hala görürüm o tatlıları zamam zaman sokakta.Yine mevsimine göre kestaneci, mısırcı, dondurmacı da okulun önünde yerlerini alırdı.Pamuk şekerci büyücü gibi bir şeydi. Şekerin o pembe renkli bulut halini almasını, her seferinde coşkuyla seyrederdik. Kağıt helva severdim ben, bir de horozlu şeker. Yine kafasının üstünde ki bir tepsiye dizdiği nefis kırmızı elma şekeri satıcısı en sık uğradığım tezgahlardı. Tabi bir de macuncu amca. Bu satıcılarla zaman zaman dostluklarda kurulur bazı çocuklar bazı satıcıların daha bir gözdesi olurdu. Okuldan çıkışta arkadaşlarımızın önerisine göre gel turşu suyu içelim, ya da elma şekeri alalım diye, birbirimizi farklı satıcılara yönlendirir, o satıcının önüne bizden önce gelmiş farklı sınıflarda ki çocuklarla da konuşur tanışırdık.Eminim hiç birimizin annesi, o sokakta satılan yiyeceklerden almamıza izin vermezdi. Ama işin en keyifli tarafı da buydu zaten, izinsiz bir şeyler yapmanın heyecanı. Zaman zaman bazı arkadaşlarımızın sokakta satılan şeyleri yedikleri için, karınlarının ağrıdığını duyardık, ama buna tevatür muamelesi yapar işimize bakardık.Ben sokakta satılanların hepsinden yemedim bazıları gerçekten bana bile pis geldi, kimini de sevmedim.Ama bugün bile sokaktan bir şeyler almayı severim.Yalnız başımayken mesela simit ya da kestane alabiliyorum.Ama mısır filan alırsam, bu satıcı tarafından bile tuhaf karşılanıyor. Yazın deniz kenarındayken her gün aynı saate mısırcı geçiyor mesela, Nare yanımdaysa kızma ve kendime 2 tane alıyorum. Ama Nare olmayıp, sadece kendime alınca da kızıma alıyorum filan diyorum mısırcıya ve o uzaklaşınca afiyetle yiyorum. Köprü de sıkışınca yanımızdan geçen kağıt helva da aldırıyorum eşime. Her seferinde çocukça bir neşeyle yiyorum. Nare hiç böyle şeylere imrenmiyor, her gün okulun bahçesinin içinde duran servise binip eve dönüyor. Zaten, okulun duvarları var parmaklık yok ki satıcılar gelsin. Oysa ben ne iyi bir anneyim, sokaktan bir şey yemesine izin veriyorum . O da benim neden bu acayip şeyleri yemeye bu kadar hevesli olduğumu anlamıyor.