Mandalinanın çaresizliği departmanından…


İş çıkışı uzun zamandır gitmediğim yada gidemediğim Cihangir’e doğru yürüdüm…
Elimde bir demet mor sümbül…Atölyenin devasal kapısı açıldı, içeri girdim, oturdum…Kıpkırmızı seramik fincanda kahvemi yudumlarken gözlerim yerde ve duvarlarda gezindi…Boya kokmayan en güzel resim atölyesi burasıydı, düşünccelere daldığım hatta dalıpta çıkamadığım kocaman bir sessizliğin içime işlediği bu yerde daha önce de çok kez kendi kendime kararlar alıp daha sonrada yine kendi kendime yenildiğim yerdi burası…O Mandalina yine gözlerimin önüne geldi.



Sıkıştım kaldım… Başımın ağırlığı, damarlarımın enlemesine giden ve durduralamayan gidişatını anlattım.Enerjim azalıyor ve ne yapacağını bilemeyen ve yine boşluğun içinde bas bas bağıran kız çocuğu rolümü bırakmaktan yanayım bu gece…Herşeyin Sebebi o Mandalina…


Bende tutkulu kız kardeşimin tiyatro diyince gözlerinden fışkıran çoşkuyu anlattım ama aslında anlattığım biraz da kendimdi…


Sonra sustum, sonra konuştum;


-Baharda gelecek.


-Bahar geldi bile geçen gün badem ağaçlarının tomurcuk açtığını gördüm


-ben daha hiç baharı selamlayan ağaç görmedim daha var bahara…

Yine bahçedeki mandalina ağacı geldi aklıma ve anlatmaya başladım. Bahçemizdeki mandalina ağacına bu aralar takmıştım…
Çok yoğun karlı günler geçiren İstanbul’da bütün mandalinalar tek tek döküldü yerlere…


En son kar yağdığında camdan baktığımda bembeyaz karla örtünen bahçenin ortasındaki mandalina ağacının tam pencerenin karşısında ki dalın üzerinde bir mandalina tek başına kaldı… Diğerleri yoğun fırtınaya direnemezken o dayandı ve koca ağaçta tek başına kaldı…


Penceremden baktığım zaman tam karşıda görüyorum ve bunu bende garip bir his uyandırıyordu. Her sabah uyandığımda ayılma faslına yardımcı olan şekersiz kahvemi yudumlarken o tek kalan mandalinayı izliyordum…


Hatta bu sabah” bir sabah uyanıp perdeyi araladığımda onu o dalda değilde yere düşmüş olarak görürsem ne kadar çok üzüleceğimi” düşündüm… Evet, aylardır her sabah gördüğüm yalnız mandalinam bir gün o daldan yere düşerse bu beni üzecekti…


Ve bunu anlattım.. Önce bir şey demedi… Tam kapıdan çıkıyordum;


-Bence sen ne yap biliyor musun? Bu akşam eve git, bahçeye çık ve o mandalinayı dalından kopar…


-Neden? Ben onu orda seviyorum.


-Bir sabah uyandığında onu dalında göremeyince üzüleceksin çünlü o yakında düşecek bak bahar da geliyor. Git ve onu kopar…


-Bilmiyorum, belkide haklısın…


Eve geldim. Kızkardeşime bir hikaye anlattım tutkulu bir adamın nasılda hayallerinin peşini bırakmadığına dair… Ve sonra mandalinayı belki bu akşam dalından koparabileceğimi söyledim… Ve şaşırdım çünkü bana aynen şöyle dedi;


-Ya ben ne zamandır düşünüyordum onu ordan koparmayı.


-Niye?


-Bilmiyorum…


Telefonu kapadım en sevdiğim fincanda pek düşkün olmadığım halde çay içmeye başladım. Odamın camından ağaca baktım. Mandalinam ordaydı. Gecenin karanlığına inat en kışkırtıcı turuncuyla gözlerime yerleşti o duruşu…


Bahçeye çıktım. İstanbul azcık üşüyordu sanki bende onunla birlikte üşüdüm. Bahçenin ortasında ağacın dibinde bir süre gökyüzüne baktım acaba sahile inip biraz yürüyüp mü tekrar bu ağacın dibine gelsem diye düşünürken mandalinaya ilk defa dokundum… Etrafındaki dallara ve yapraklara dokundum… Yaşlanmış buruş buruş ihtiyar eli gibiydi sanki…


Mandalinayı avucuma yerleştirdim sanki tam kalbindeydi avuç içim ve gözlerimi kapatım elimi kendime doğru çektim.


Artık en kışkırtıcı turuncusuyla avuçlarımdaydı. Onu tabiat anasının koynundan koparıp almıştım bunu onun için mi yoksa kendim için mi yaptım bilemedim…


Şimdi masamda duruyor mandalinam…İncecik dalı ve bir kuru yaprağıyla gözlerime takılıyor…


Şimdi onu bir sabah uyanıp ağaca baktığımda göremediğimde üzülmeyeceğim. Nasılsa üzülecek bir şeyler mutlaka çıkacak yine…


Üzgünüm mandalina,Diğerleri gibi teslim olmadın en azından.Enerjim azalıyor bak şimdi sen beni kolla o en güzel turuncunla…


Söz veriyorum bahar da resmini yapacağım ve artık seninde bir geçmişin olacak…


(tüm hakkı ağlamayan mandalinalara aittir)