Sadece oturuyordum. Serin olduğunun yâda güneşin çoktan dünün bulutları altına girdiğini görmedim bile. Sadece denizle ikimizin arasından geçen insanları görüntümü kestikleri için görmek zorundaydım.Konuşunca yanımda oturduğunu ve bana baktığını fark ettim. Şaşırtıcı derecede tatlı ama sert bir sesle ”Özür dilerim” dedi, “ama sizinle konuşmam mümkün olmayacak” Gözlerimi denizin üzerindeki martıdan ayırmadan“Ben size bir şey söylemedim ki” dedim.“Haklısınız” dedi, “Ama yabancılarla konuşma huyum olmadığını bilmenizi istedim.”“Tekrarlıyorum” dedim, “Ben size bir şey söylemedim.”“Evet, ilk söylediğinizde de duydum bunu. Ama nedenini merak etmiyor musunuz?”“Sanırım etmiyorum” dedim “İyi laf. Sizin mantıklı bir adam olduğunuz belli.” Omuzlarımı silkip yanıt vermedim. Tepeden tırnağa kayıtsızlık örneğiydim şimdi. Bunu görünce yüzünde geniş bir gülümseme yayıldı. Bana doğru eğilip bir sır paylaşıyormuş gibi “Sanırım sizinle anlaşacağız” diye fısıldadı.Uzunca bir süre sonra “Görürüz bakalım “dedim. Güldü.(kısa derinden gelen bir hah sesiydi), sonra sözüne devam etti.”Oldum olası yabancılardan hoşlanmadığımı sanmayın. Kendini takdim etmeyen insanlarla konuşmamayı yeğliyorum. Başlayabilmek için elinde bir ad olması gerek”“Ama adımı size söylersem artık yabancı sayılmam ki?” dedim.“Haklısınız. İşte bu yüzden yabancılarla hiç konuşmam” dedi…