Bugünlerde hemen hemen her haberde içimize korku salan olaylarla karşılaşıyoruz. Son günlerin popüler meselesi olan “dinleme ve dinlenme” iddiaları ise tüm bu korkuların zirvesi oldu diyebiliriz. Sokaktaki insandan evdeki çocuklara kadar herkes paranoyak bir ruh hali içinde eline geçen her fırsatta dinlendiğini ya gerçekten yada şakayla karışık bir şekilde dillendiriyor. Tüm bu yaşananlar ise bizler farkında olmadan kendiliğinden edinilmiş korkulara sahip olmamıza yol açmakta.Korku, kaygı ve en sonunda paranoya sahibi bireylerin en temel özelliği ise tamamen duygusal hareket etme yani sağlıklı bir şekilde düşünememe, sağlıklı yargı sahibi olamama… Korkunun tanımına bakıldığında güvensizlik, çekimserlik gibi tanımlar karşımıza çıkıyor ama korkunun en temel özelliği belirli bir nesneye sahip olması ve ondan yola çıkarak düşünceyi ve bilinci ele geçirmesi. Hafif düzeyde korkuya örnek olarak “fobiler” verilebilir.TDK da tanımlanan biçimiyle “Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.” Tabii ki fobiler tamamen ayrı bir yazının konusu o yüzden asıl konuya dönersek korkular yaşadığımız süreçler sonucunda yavaş yavaş kaygılara dönüşmekte ve ilerleyen zamanda paranoya haline dönüşmekte. Toplumda asıl sorun yaratan da galiba bu paranoyak ruh durumu hemen her kesimden insan ötekileştirdiği grupları kendisine tehdit olarak algılıyor ve nesneleştirip korkmaya başlıyor. İyi- kötü, doğru veya yanlış olması değil sadece ötekilere ait her şey bir diğer gruba korku salabiliyor. Bu durum ise bizlere bırakın demokrasiyi, barışı ve insan haklarını sadece totaliter toplum ve baskıcı yönetim yapısını çağrıştırmakta. Zaten paranoyanın tanımına bakılırsa toplumumuzun hali hazırdaki haliyle ne kadar uyuştuğu rahatça görülebilir. Paranoyanın asıl ayırt edici yönü ise ortadan korkulan nesnenin kalkması ve kişinin hemen hemen her şeyden ve herkesten korkması ve kendisine karşı tehdit algılamasıdır.Bugün çevremizde bu çeşit bir çok paranoya görmek mümkün; cumhuriyeti korumak isteyenlerin “darbeci olarak görülmesi”; milliyetçi, vatanperver duygularla hareket edenlerin ulusalcı kavramı altında birleşmesini “kafatasçı milliyetçiliğin yükselişi olarak tarif edilmesi”, samimi dini duygularla hareket edenlerin her davranışının “irticai ve cemaatçi yapılanma olarak gösterilmesi”…Sonuç olarak bakıldığında sosyal yapıda görülen ayrışmaların aslında bu haliyle hiçbir zaman birbirlerini anlayamayacakları, fikir alışverişinde bulunamayacakları, herhangi bir konuda uzlaşıya varamayacakları ortadadır. Nadir de olsa alınan ortak kararların temelinde ise uzlaşma değil paylaşılan ortak korkular vardır. Hâlbuki bizler ortak korkular yerine ortak değerleri paylaşmayı öğrenebilirsek her şey çok daha farklı ve güzel olacaktır. Bugün medeni olarak gördüğümüz Avrupa’nın temel yapıtaşlarından birisi de bu ortak paydada buluşabilme kültürüdür. “tabii onlar da bu kültürü uzun ve yıkıcı bir süreç sonunda elde etmişlerdir” Umulur ki toplumumuz da en yakın zamanda bu kazanımları elde ederek korku temelli “sürü toplum” görünümünden, değerler temelli “bilinçli toplum” haline gelir.