Sen bir hastane odası soğukluğunda terk ettiğim sevgilimdin benim ve sen artık sadece bir hayaletsin.

Bir gün saçlarım ıslaktı; duştan yeni çıkmıştım, sen ise aynadaki yansımam gibi görünmüştün bana, saçlarını kurut demiştin. Üşenmiştim. Daha sonra çok ama çok hasta oldum. İşte sana ilk o hastalıkta kırıldım. Sanırım istediğim; aynadaki yansımam gibi bir anlık görünmen yerine ben ellerimden tutup saçlarımı havluyla yavaş yavaş senin kurulamandı. Yapmadın belki de yapamadın.Belki aynadaki görüntünün uzun süre kalabilmesi için benim de aynaya daha uzun, uzun uzun bakmam gerekirdi ama bilirsin aynaları sevmem pek. Hiç barışık olamadım aynalara, sana rağmen seni sadece onlara bakarak görebilmeme rağmen.

Keşkelerim oldu ve ardından çünkü dediklerim, belki sen hiç olmasan bunların hiç biri de olmazdı… Çünküler hep keşkelerin ardından geldi. Seni kendime karşı savundum sürekli, çünküler hep bundandı. Bir yanım seninle savaşırken bir yanım sana kol kanat geriyordu. Tehlikeli sularda geziniyordum. Çatışmanın içindeydim…senin yüzünden.Karşıma başka biri, rüyaları süsleyebilecek biri çıktığında dahi ben seni savundum hayalet, senin hepsinden daha iyi, daha sevecen olduğunu ve bir tek senin beni bu kadar çok sevebileceğini iddia ettim, belki de böyle olduğunu hayal ettim. Bu yalana inanmak istedim, sen yansımanla desteklemesen bile.Bir gün alıp başımı gitmek istediğimde çok çok uzaklara, sana bir daha buralara gelmek istemediğimi söylediğimde bana bakışlarını fark etmedim sanma. “Seni bırakacağım mı demek istiyorsun” diye soruyordu gözlerin, tam ağzını açıp konuşacaktın ki tutuyordun kendini, ben biraz sinir harbiyle biraz da heyecanla yapacaklarımı anlatırken sabırla beni dinledin ama gözlerin soruyordu. Sonra bir anda vazgeçtin ve ilk olarak nereye gideceğimi-zi sordun bana. İnsan nasıl böyle bir soruya bu planın içinde sen yoksun diyebilirdi ki üstelik tek yapmam gereken yanıma bir ayna almaktı. İlk güzergâhımızı çoktan belirlemiştim; yunan adaları. Ancak o güzergâh değişti artık ve yol arkadaşım da; baharda bir başına Suriye yolculuğu. Yeni yol arkadaşım yalnızlık efendi. Aslında iyi oldu, okuyamadığım kitaplar, seyredemediğim filmler vardı artık hepsini yapabilecek vaktim var. Tüm istediklerimi gerçekleştirmek için…

Bir gün işe giderken aslında hiç gitmek istemediğim bir günde, üstüme ne giysem diye düşünürken, dolabımdaki kıyafetlerin birini giyip birini çıkartırken görmüştüm seni. Omuzlarımdan tutup kulağıma fısıldamıştın, kırmızı pantolonunu giy demiştin, aslında o pantolon kırmızı değildi ama renklerle aran iyi değildi; ben o gün yeşil pantolonumu giymiştim, yakışmıştı.Bir gün aylak aylak gezmek istediğimde cadde boyunca hep vitrinlere bakmıştım, vitrindekilerle ilgilenmiyordum, bir anlığına da olsa camekânlarda seni görmek istiyordum… Seni göremeyeceğimi bile bile aradığım elbiseyi ararmış gibi seni aramıştım, bulamamıştım.

Bir kumbara yaptım kendime; sana dair biriktirdiklerimi, söyle-ye-mediklerimi hep ona atacaktım ve zamanı gelince hepsini teker teker sana anlatacaktım,hepsini usul usul anlatacaktım;ne kalp kırgınlığı ne de kızgınlık olacaktı… Önce bir “keşke” sonra bir de “çünkü” attım kumbaraya, eve gittiğimde aynanın yanında duran kumbaraya atacaktım ve sen ben aynada kendi kendime konuşurken geldiğinde kumbaradan çıkartıp onları sana anlatacaktım. Gelmedin… kumbaraya bir “çünkü” daha!Sana en çok ne zaman kırıldığımı biliyor musun hayalet? Ben biliyorum, ne zaman seni affetmek için en çok çabayı harcadığımı…Ameliyattan önce yolunu gözledim hem de hep… hem de saatlerce, ama yattığım yerden görebileceğim bir ayna yoktu. İşte o zaman bir hayaletin peşinde koşmanın zorluğunu hissettim.Ve gözlerimi açtığımda odamın çiçeklerle dolu olacağını düşünmüştüm; orkidelerle. Uyandığımda, lanet olası acı bile umurumda değildi, çiçeklerin olmaması daha çok canımı acıttı.İşte o zaman bit-ti.Hastane odasında o kumbaranın dolduğunu fark ettim ve kırdım o kumbarayı. Bir daha hiç kumbaram olmayacaktı. Kırık bile olsa…