Tesadüf ile ilgili bir yazı okudum da hafifte bugün. Sonra ahkam kesmeye başladım, ancak birkaç cümle sonra diğer yazılanları aklıma getirince yazdıklarımın daha çok kendimle ilgili olduğunu düşündüm ve ahkam kesmek kısmına yakışmayacak bu düşüncelerim dedim. En iyisi ben bunu günlüğüme yazayım dedim ve öyle yaptım. Bana özel gibi geldi, o yüzden.Eskiden (cahiliye dönemimde) kaderden çok korkardım, çünkü kaderle ilgili hep kötü, olumsuz şeyler söylenir, “çok iyi bir kaderi varmış” dendiğini hiç duymadım ben, ancak geçen yıllar içinde o an için kötü yada benim aleyhime diye nitelendirdiğim başıma gelen olayların sonuçlarının daha sonradan nasıl benden yana olduklarını gördüm, nasıl lehimde olduklarını, ya da onları nasıl lehime çevirdiğimi gördüm. Lehime çevirebilmem de kaderdi, yada onları yaşayıp zararsız kurtulabilmem de, yada olayların sonucunda yerlerde sürünmem de. Yada olayların sonucunda çok acı çekmeme rağmen kendimi belirli yönlere kanalize edebilmem de kaderdi. Şu varki; sapmış bir insan da olsaydım (kendi standartlarıma göre), öyle yaşamak da benim kaderim olacaktı. Ancak Allah insanlara akıl vermiş, nasıl yönleneceğin çevresel faktörlerin yanında, belli bir beyin gücüne ulaştığında sana bağlı. Kendini sapkınlıktan yada yanlış yollardan kurtarabilirsen eğer, düze çıkıp insan gibi yaşamaya başlarsan eğer, en büyük görevlerinden biri olan düşünüp doğruyu bulma görevini yerine getirmiş olursun, ki bence aslında insanın düze çıkması da bir kaderdir.Artık kaderden korkmuyorum. Artık tesadüflerden rastlantılardan daha çok korkuyorum, Allaha inanan bir insan olarak, onun benim başıma çok daha büyük belalar getirmeyeceğine inanıyorum yada sonuçlarının artık korkunç olmayacağına. İnsanın yaşanan herşeyden bir ders çıkarması gerektiğine ayrıca inanıyorum, tekrar edilen hatalar hayatı çekilmez kılınca geri dönüşü zor oluyor, hatta bırakın geri dönüşü devam etmek bile nefes almayı fazlasıyla zorlaştırıyor. Yaşamanın bir sınav olduğunu düşünüyorum, ve her şeye olgunlukla göğüs germenin ve isyan boyutlarına varmadan kendine hakim olabilmenin, inancını yitirmeden tam tersi o inançtan güç alarak yaşama devam edebilmenin sınavdan kolay geçebilmenin yolu olduğunu düşünüyorum ve hayatımda bunu gözlüyorum.Tesadüflere inanmıyorum, her tesadüfün zaten olacak olan olduğunu düşünüyorum. Her tesadüfün bir kader olduğunu düşünüyorum.
yorumlar
her tesadüfün bi kader olduğunu düşünüyosan kaderden korkmayıp tesedüflerden/ rastlantılardan nasıl daha çok korkabiliyorsun ?
Tesadüf dendiği zaman bundan içim bunalıyor, belki de kelimeden korkuyorum. Tesadüf de kader de yönetilemez ve yönlendirilemez, bu doğru, ancak bu bir inanç meselesi. Kader bana daha güvenli geliyor. İleride yaşanacaklar değişse de değişmese de kader için sığınacağın bir yer var, bir sığınak. Yalvaracağın, kendin için iyisini isteyebileceğin bir güç var. Duan kabul olur yada olmaz, bu bilinmez elbet. Önceden yazılmış olan sınırlarının dahilinde istediğin gibi karar alabilir, uygulayabilirsin. Aleyhine olanları lehine çevirebilecek güç ve akıl var ise kaderinde bunu da yapabilirsin. Ancak tesadüf ortalıkta öylece asılı duruyor gibi geliyor bana. Hepsi bu.
bir şekilde yaratılarak veya varolarak (1) buralarda olası olan olayların gidişatına katılıp sürükleniyoruz. sürüklenen biz(2); bir bütünün parçasını oluşturan yine kendi başına bir oluşum(sistem) olan parçalardan oluşan bir sistemiz(3). ve her an değişerek ve etkileşerek aslında pek te değiştiremediğimiz bir bütünün içinde homojen yapıda takılıyoruz.başlı başına muallak konular:a) olmamız gerektiği için mi varız yoksa olduğumuz için mi,b) yolculuk nereye hemşerim (bu sürüklenme nerede başladı ve nereye kadar devam edecek, ondan öncesi var mıydı, ondan sonrası da olacak mı)c) tüm yaşananlar, sonsuzlukta bir an olarak nitelendirilirse, bir “an” da olup bitmiyor mu herşey, “an” bitti mi, “an” bir süreç mi (yani olayı herhangi bir zaman birimiyle tanımlamak doğru mu)… zamanın varsa bir çay ikram edeyim.d) insan olarak ne kadar anlayabilir ve bilebiliriz….varolmaya başladığım ilk sperm ve yumurtadan sonra dünyayı/evreni kendime göre değiştirmeye başladım. yaptığım her hareket her telefon görüşmesi… bu değişimin olmasında ki araçlar oldu. yazdığım şu ahkamla bile en azından bir kaç milyon elektronun yer değiştirmesini sağlayarak evreni kendime göre değiştirdim, tamam belki fark etmediniz ama değişti. burada, bu evrende bir yerimiz var, herşey bizi çekiyor, bizim herşeyi çektiğimiz gibi (fizik ve madde çekim kuramı, mesela geçen gün galata köprüsü fotoğrafı çektim) ve bizsiz bizimle olduğu gibi devam etmez. varolmaya devam ettiğimiz her an, yaptığımız her hareket (buna gaz çıkarmak dahil, pardon kurbağa imiş) bu evreni değiştiriyor, genelini etkilemese dahi değiştiriyor, farklı kılıyor.burada muallak olan konular:a) oluşumun durumu; biz nitelediğimiz şekilde yani madde olarak var mıyız? biz var mıyız? oh really?b) madde ve var olduğu ileri sürülen ruh; ruh var ise herşeyin ruhu var mıdır? bugün ruh gibisin hamdi abi.c) neleri öğrenebiliriz, mesela içgüdü bir öğrenim midir?d) nasıl bu kadar aynı ama bir o kadar da farklıyız?e) iyi olan nedir, neye göre tanımlanır? (aynı durum var olmak için de geçerlidir…yine cart curt).Çok uzayacak gibi bu ahkam, ben duruyorum ve sadece buralarda takılmaya devam ediyorum, bir de kul olmayı kabul etmiyorum. kul olarak yaratılmışsam lütfen piyasadan çekileyim ve varolmayayım(4).(1) var olmak, ilk varlığın ortaya çıkması, yoktan nasıl var olunur, yokluk ve varlık ne demektir gibi konular henüz bizim açıklayabildiklerimiz/anlayabildiklerimiz dahilinde değiller.(2) ki bunlara gerçekleşmesi mümkün veya bizim aklımızın almayacağı bize göre gerçekleşmesi mümkün olmayan olayların imece yoluyla elbirliği ile devamı söylenmiştir. yani büyü/sihir varsa bile bu olabileceği için vardır yönergesi.(3) elektron, proton ve nötronlar atoma, atomlar elemente… daşlara, ırmaklara… canlıya dönmeli yurdumda.(4) diyeceksiniz ki; seni senden habersiz kul olarak yarattık sana bakıp eğleniyoruz(tekil şahışta kullanılabilinir). ben de diyecem ki yaratıcılığınıza hayran kalmamak elde değil.yani etraftayım ve dahi takılıyorum şuursuzca.
ey ahali…diye başlasam abzürt kaçar mı?Arayış nedir. Bir arayış içerisindeyim derken aranan bir yanımız mı var ya da arayan benlik nasıl bir şey. Sorular sorular. Ever Sarkaç sormuş. Sormuş ve nickiyle müsemma bir o yana bir bu yana sallanmış durmuş. İman etmeyi yani kulluğu kabul etmeyi ikna olmaktan geçmesi gerektiğine inananlardan değilim. İman hisle olur, tefekkürle olur anlamaya çalışmakla olur. Anladığın zaman zaten ikna olacağın şartlarla karşılaşmışsın demektir. Elbette cevaplandırmaktan aciz olduğum bir sürü soru vardır. Zaten neden cevaplandırayımki. Sadece adı ve nicki ne olursa olsun bir gerçeğin peşindeyiz. İnsanlıkta öyle değil mi? İçimizi sarsan ve korkutan gerçek. Doğrusunu mu yapıyorum. Yoksa başkasının hayata bakışı mı doğru. Ya peygamber doğruysa……….Deryaya ulaşmak için dağlarda taşların arasından akmak lazım. Akmaya meyillilerle hemhal olmak lazım.Yokluk nedir? Soruların şahı, üstadı. Evet hayata olduğu gibi bu soruya da alaycı ve umursamaz yaklaşabiliriz. Kendimizi hissettimiz ölçüde, benliğimiz olduğu müddetçe evrenin en yenilmez düşünce savaşçısı görebiliriz beynimizi.Geceleri gökyüzü bir başka olur. Severim yaz gecelerinde bir deniz kenarında yıldızları seyretmeyi. Uzay nedir diye sordum kendi kendime. Mars uzaymıdır, halley, güneş sistemimiz uzaymıdır. Uzay neresidir……………………………………….. Uzay yokluğun olduğu yerdir. İçinde var olanlar uzay değildir zaten. Herşeyi silelim süpürelim uzaydan hiçbir şey, zerre, elektron, molekül, ve fen terimlerinde geçen ne varsa. Maddeyi madde yapan en son noktada olmasın. Sonra buyurun Halil İbrahim sofrasına. başlatın bir şeyleri yüksek bilimsel gücünüzle. Herşey bilime dayanmalı ya. Başlangıç nerde. eğer başlangıç yoksa bir ilk yoksa neden parlıyo güneş, neden yanıyor yıldızlar. Enerji sonsuz mudur ki sonsuzdan gelenler bitmesin.yaradılmış olmak ağırımıza gidiyor. Çaresiz olmak bizi tüketiyor değil mi? Bir şüphe de içimizi kemiyor sessizce. Ben somut gerçeği çok aradım. Boşuna uğraşmayın. Bulamazsınız. İkna olmaya da çalışmayın kimse sizi ikna edemez. İşin sırrı iman da. Ondan sonra ister iyi bir kul olun ister olmayın. Dinin gereğini yapmak sana ve imanın kuvvetine kalmış.. Oh be ölünceye kadar rahatım. Yaşasın iman….
sayın narin ve zarif yettimgari, maalesef yetememişsiniz.pek çok kez sallanırken farklı farklı daireler çizebilirim lakin burada ki salınımım; inançla ve varolmakla ilgili olarak; kul olmayı yada sizin deyiminizle iman etmeyi(!) kabul etmediğim bir dairenin içerisindedir, raksım minder/daire dışına çıkmaz. Bu dairemde birbiriyle ilgili iki temel salınım vardır ve bunlar alt salınımların yönlerini belirler: – neden varız ve – nasıl “var” olduk. bu sorulara din/bilim/simya belki cevap verebilir(bazen yanıta bağımlı olduğumdan aslında yanıtın ben olduğumu düşünmüyor da değilim, evet yanıt benim ve kendimi anlatamıyorum/anlayamıyorum). konuyla ilgili sayın fil’in şuradaki ahkamı tarafımdan yeterli ahkam olarak atanmıştır.”Sadece adı ve nicki ne olursa olsun bir gerçeğin peşindeyiz. İnsanlıkta öyle değil mi?” demişsiniz. Gerçeğin peşinde olmakla iman etmeyi bağdaştıramayız. yoksa ben mi yanlış biliyorum; iman etmek bir gerçek belirleyip veya size sunulanı gerçek olarak kabul etmek değil midir? bu konuyla ilgili olarak ta sayın baby700’ün “Her türlü sistemli inanç, beyin damarlarında akışkanlık azalmasına, aynı zamanda kafatası ve beyin arasında su toplanmasına yol açar. Anti-analitik niteliğinden ötürü, bütün inanç sistemleri transandantal bir hüviyettedir. Test edilebilir diildirler.” paragrafını yetkili olarak atıyorum.belirtmeliyim; inancınızı bana empoze etmeye çalışmadan kendi kendinize duymanıza karşı değilim. din düşmanı hiç değilim lakin illa ki şekilcilikle hayatımı kısıtlamaya çalışan inançları, kendim için kabul etmiyorum. karar verebildiğim sürece kişisel özgürlüğümün başkalarının kişisel özgürlükleriyle sınırlandığı noktalara kadar etrafta takılmak amacımdır. Soru: siz iman derken hangi imandan bahsediyorsunuz; müslüman imandan mı, hristiyan imandan mı, manken imandan mı yoksa sayın pagan bey’den mi?çaresizlik heryerde ama en çok “Oh be ölünceye kadar rahatım. Yaşasın iman….” cümlesinde(eğer “iman” manken olan değilse) ki bu tavır baştan çaresizliği kabul ediş tavrıdır. her daim iç huzuru olan, şekilciliğe/kalıplara bağlı kalmayan rahatsız bir eleman olmam dileğiyle. bir de aman dikkat edin de dağları taşları delip deryaya ulaşmaya çalışırken foseptik çukuruna denk gelmeyin(buhar olayım, bulutlar vasıtasıyla gözyaşı/yağmur damlası olarak ulaşayım deryalara. ulaştıktan sonra ne olacaksa? hah tamam! “ben deryaya ulaştım” olur).
öncelikle her ne kadar bana, yetmeyen yettimgari diye hitap etmiş olsanız da, hasbel kader nick imi kallavi olarak değiştirmiş bulunmaktayım. kıramayacağım bir arkadaşımın söyleyince değiştirivermiş bulundum.Sevgili dostlar. Değinmek istediğim bir iki konu var. Gerisi size kalmış. Herkes inancında ve imanın hürdür. Kimseyi ikna etme gibi bir telaşem ve iddiam yok. Allahın varlığına ve birliğine iman benim kasteddiğim. Yaradılmış olmaya iman. İman istemekle olur. İstediğin iman her ne ise. Yaradanını iç aleminde bulan dinini de bulur… Baştan çaresizliği neden kabulleneyim. Neye karşı çare. Ben çaremi bulmuşum. Bekliyorum buluşma yerimiz ölüm….
veya çareSizsiniz