Günlük geri gelse keşke departmanından,..
Ne kadar çok yerleşirseniz, taşınması bir o kadar zor oluyormuş. Sırtıma çantamı atıp, o kent senin, bu kent benim kaplumbağa misali gezdiğim günlere nasıl da imrenerek bakıyorum şimdi. Yaklaşık iki hafta önce, elimizin hamuruyla ev taşıdık. Elimde hamur da yoktur gerçi ama başımızdan geçenler öyle çileden çıkarıcıydı ki, elime hamur alıp, nakliyecelerin ağızlarına burunlarına tıkıştırasım geldi.Yoğun bir koşuşturmaca içinde olan bendeniz ve sevgili culkardeş, taşınma işinin detaylarını annemize pasladık. Pas çok güzeldi ancak annem topu yanlışlıkla bizim kaleye atmış bulundu. Ne anlarız biz elimizin zeytinyağı ile futboldan, ev taşımaktan. Neyse, gazete ilanlarından bulunan bir iki şirketle yapılan görüşmeden sonra, “vallahi de en iyi olan, sigortalı eşya taşıyan, işinin ehli(!)” bir şirketle sözleşildi. Biz iğneye dokunmayalımmış hem, onlar taşır ve hatta taşımakla kalmaz yeni eve de yerleştirirmiş. Dedik ayıp olur, don mon, topladık tabii tüm taka tukayı. Eşyamız çok, önemli bir eksikle -maalesef- yeniden bir araya gelen aile görüntüsü çizmekteyiz. Evde maaşallah iki aileye yetecek beyaz eşya mevcut. Sehpalar, yemek masası filan da cam. Bunlar nakliye şirketindeki profesyonel sekreter hanıma bildirildi elbet. Beş taşıyıcı yollamaya karar verdi hanımefendi, tır filosu yollayacakmış gibi kendinden de eminmişti.Malum gün geldi çattı, iyi niyetli annem sözleşme imzalamayı atladı. Ben okulda o toplantı senin bu toplantı benim koşturup, final kağıtlarını değerlendirirken, culkardeş tüm izmir’e tur sattı, canım sabırlı annem de iğneye dokunmadan, taşıyıcılara onu şuraya, bunu buraya koy demekteydi, yani biz öyle sanıyorduk. Sabah 09:30 civarında -8:30’da geleceklerdi de evi bulamamış işinin erbabı taşıma timi- başlayan taşınma macerasının akşam üzerine kadar olan kısmına dahil değildim, dahil olsaydım haberleri gazetelerden okur, hatta gündem bölümü için blogumu yazar, kuyruğa salardınız. Arkadaşlarımın, yorgunluğumuzun üzerine buz gibi bira içme önerilerini, kendimin bile hala inanamadığı bir özveri ile reddederek, koşa koşa eve döndüm. Kafamda kıyafetleri dolabın sağına mı, soluna mı yerleştirsem sorusunun cevabını bulmaya çalışırken, yeni taşındığımız binanın önünde annemi ve kımçırık köpeğimiz topişi dikilirken buldum. Vay be, bitmişti taşınma, ha hayt! Heyhat hiç de ha haytlık bir durum söz konusu değilmiş, tır filosu yeni binanın önüne meğer hala gelememiş. İki ev arasındaki mesafe yürüyerek iki dakika, arabayla MotoruÇalıştırdığınızaDeğmez kadar. Suratımdaki salak sırıtış biraz düşmüş olsa da dert değildi, anneme yardımcı olurdum neyi nereye koyacağımız konusunda, gecikme annem için iyi olmuştu ne de olsa. “Nasıl bu kadar uzun sürdü?” soru cümlesini tamamlamama izin vermeden lafa dalan taşıyıcı kardeş, “sizin de eşyanız amma çokmuş, ikişer adet şundan bundan var,” diye hayıflanmaya başladı. Ya sabır dedim, yetmedi adama hesap verdim. “Bahsettik biz telefonda, 5 kişi gelecektiniz.” dedim. 3 kişilermiş ve canları çıkmışmışmışmış. Hala sakin sakin ayakta duran annem, “çocum neyse ne, yeter ki bitsin” bakışlarını bana fırlatıp beni susturmaya çalıştı. Oturan diğer taşımacılardan bir diğeri ise, “bu iş bu paraya yapılmaz, taşı taşı eşya bitmedi.” dedi -ki anneme ek ücret ödetmişler-. “Beyfendicim, şato ya da köşk taşımadınız, bizim eşyamız üç oda bir salon evden çıktı, üç oda bir salon eve girecek.” dedim. Hala bık bık bık, eşya da eşya, canımız çıktı, belimiz koptu vıdı vıdı dıdıdıdıdıdı… -vallahi çok eşya yok, ilk kez taşınmıyoruz, bir günde iki ev taşıdık biz daha önce, gık demedi adamlar- Üstelik, eski evde bir kamyonet eşya bırakmışlar, kamyonet bulursak onları da yüklerlermiş. Neyse, artık sırıtmak için kullandığım dişlerim gıcırdamaya başlamıştı. “Mal beyanında bulunmamız mı gerekiyor nakliye şirketine?” dedim biraz sinirlice, adamlar da elinin hamuru ile onlara laf eden bacak kadar boylu kadına kıl oldu tabii. Ardından da bomba yorum geldi, taşıyıcının bire bir sözlerini hemen şuraya aktarayım: “Biz eşyadan değil, tozdan bittik!” Hö? Evet aynen hö oldum. Nasıldı yani, ne tozuydu? Toz içinde kalmışlar, yatakların ve dolapların altından toz çıkmış. İşte bu noktadan sonra dönüş yoktu! Eğer beni istemeye geldilerse beğenmesinlerdi, oğullarına almasınlardı! Bu cümlelerde sanırım sesim cırtladı biraz, panter Emel’i andırdığım bile söylenebilir. Parasıyla rezil olan zavallı annecim ise her zaman olduğu gibi beni sakinleştirmeye çalışıyordu. İlk ukalalığı yapan adam da arkadaşına çıkıştı bu sefer, ne biçim lafmıştı o? Yatakları nasıl kaldıralım da tozunu alalımdı. Hani alınabilecek bir yer olsa hesabını sorabilecekler gibi. Başladım tabii “işinizi yapın laf ebeliği yapacağınıza, vırt kırt” diye saydırmaya. Yeni taşındığımız binanın güvenlik görevlisi bizim tribünlerde sırıtarak bana destek oluyordu, ne zaman görse selam veriyor şimdi, sanırım şirretliğimden korktu. Her neyse, annem ite kaka beni bomboş daireye yolladı, salonun ortasını büyük tuvaletimi yapasım geldi ama daha yeni temizlemiştik, olmazdı. Aşağıya tekrar inersem adamları boğazlamaya kalkacağımı adım gibi bildiğim için annemle telefon aracılığıyla irtibat kurup, apartman bahçesinin diğer kapısından sıvışıp, culkardeşin ofisine koştum. Beraber verdik veriştirdik, kadınız diye yapıyorlardı bunu biliyorduk, vallahi öyleydi. 19:00 gibi eve vardığımızda bizim tosbağaların ellerine birer adet çanta alıp tin tin ve de söylene söylene eşya taşıdıklarını gördük. Artık sakindim, adamların da üstüne o kadar gitmemeliydim. İşi tatlıya bağladık, kola ikram ettik, banyomuzu onlara açtık, lavabomuzda -duşakabin de var oysa- ayaklarını yıkattık, ellerine sağlık dedik, bahşiş taleplerini reddedip yolcu ettik. Hala yeni ev hevesi kırılmamış bizler başladık o nereye bu nereye telaşına. Bu arada hiçbir şey yerine yerleştirilmemiş, monte edilmemiş, salonun ortasına yığılmış, olmuş bitmişti. Her şeye rağmen hafif bir tebessümle yeni odamda uyuyakaldım ve rüyamda da koli taşıdım.Ertesi gün, yerleştirme telaşı devam ederken bir eksiği fark ettik. Yemek masasının camı yoktu! Koş eski eve bak, koş o balkona bak, oraya koş buraya koş, yok! Nakliyeciler arandı ve soruldu tabii, o kadar da pişkinlerdi ki, kamyonda kırılmıştı herhalde. “Ödemelisiniz.” dedi annem haliyle, ama onların günahı neydi, neden ödesinlerdi ki? Hulaaaayn! Yasal ya da yasa dışı ne gerekirse yapardım, kafamın tasını attırmasınlardı. İki gün telefonda onunla bununla konuşarak geçti, en sonunda iyi niyetli annem ve şirketin, sözleşmeyi yeniymiş gibi imzalaması gerektiğine kanaat getirildi. Ancak KDV’sini biz ödeyecektik elbet, sözleşmenin KDV’sini onlar ödeyecek değildi ya? Ha ha ha, ne safız biz de yahu! Annem, olay çıkarmaya meyilli culkardeş ve beni olaya karıştırmadan şirkete gitti, sözleşme imzaladı, bir miktar daha para bayıldı ve eve döndü. Masa camımızın siparişi verilmişti, inşallah 15 güne gelecekti. Velhasılıkelam, hala bekliyoruz. Siz siz olun sözleşmeyi imzalamadan iğne taşıtmayın, bizim ağzımız yandı, aman sizinki yanmasın. Ayrıca belki gerekir diye mal beyanı, en yakın sağlık ocağından da temiz kağıdı alın ki, gerekirse suratlarına çalabilin.Tüm bunlar yetmezmiş gibi Türktelekoma verilen yanlış adres nedeniyle telefon naklimiz bir hafta gecikti, adsl için ancak tel bağlandıktan sonra başvurulabildik. Kimse internetsizlikle terbiye edilmesin, terbiyesiz olup çıkıyorsunuz yoksa. Ve nihayet bugün, netimiz geldi ve ben de bir hışım şu nakliyeci vakasını yazayım dedim. Ayrıca, günlüğümü özledim.