Zamanın aynaları var şehrin sokaklarında. Günden güne renk değiştiren ve en sonunda bir belediye süpürgesinin çalılarına takılan yapraklar gibi oradan oraya savrulurken ben, bu aynalardan birine tosladım. Doğduğum, büyüdüğüm, asfaltlarını aşındırdığım bu şehir bir yabancı olmuştu bana. Arka fona ait olamadığım gibi kendi bedenimle de bir kan uyuşmazlığı içine girmiştim sanki. Varoluşunu anlamlandırmaya çalışan ruhumun içinde bir yerler “yalnızlığa bağışık” olmayı bırakmış gibiydi. Kendime yansıdığım o sırada ben, ışıklarım başkalarının da gözünde kırılsın diye içten içe dua ediyordum. Aynamsa arkada kalabalıkları gösteriyordu. İçinde onlarca yalnızlığı bulunduran kalabalıkları…İnsan insan kalabilme umuduyla, yüzyılların tortusuyla ve yüreğinin çarpıntısıyla, hala işteş hayatlar yaşamak peşinde. Yazışmak, öpüşmek, sevişmek, gülüşmek istiyor. Gerektiğinde bu ikili münasebeti layıkıyla yürütebilmek için yarışmayı bile göze alıyor, ama nafile. Elimizde bir avuç soslu haşlanmış mısır mağazaların vitrinlerine bakıyoruz güzel bir kostümle iki kişilik bir dansın hayalini kurarak. Elimizi gizliden gizliye uzatarak fakat asla değdirmeden yaşadığımız her bir aşkın pişmanlığını sineye çekerek. Yepyeni bir başlangıcı dileyerek. Bu yeni nesil yalnızlıkları görmezden gelerek. Bireyselliğimizi özgürlük, çoklu kişiliklerimizi modern delilikler haline getirerek. Aynada bunları görmek acı veriyor insana. Başkalarının yalnızlıkları da bir bir kırılıyor gözbebeklerime doğru. Herkes aynı yalnızlığı yaşadığında, aslında yalnız olmaz kimse. Nasıl beceriyoruz bilmiyorum. İşin postmodernliği de buradan geliyor.ARTIK İŞTEŞ CÜMLELER KURAMAZ OLDUK. Merkezi kaçmış hayatlarını paylaşacak birilerini arıyor herkes ama aradığını gizliyor. Söylemeye utanıyor. Formaliteden mutluluk baloncuklarıyla kaplamışız ruhumuzu, o kadar ince ki iğne batırsam patlıyor. Yine de başkalarının gözüyle en huzurlusundan bir hayat yaşıyor herkes. Bazen bir tek benim aynam doğruyu söylüyormuş gibi geliyor. Bazen de diyorum ki, bu gördüklerim külliyen yalan.