İstanbul’un hala İstanbul gibi olduğu yerlerden bahsetmek istiyorum, hani çocukluğumuzda olduğu gibi Adile Naşit filmlerinde olduğu gibi yerler. Sokaklardan hala eskici, nayloncu, kalaycı geçtiği, ramazan davulcuların mani söyledikleri, bakkaliye denilen mini bakkalların leblebi tozu sattığı yerler.Alışveriş merkezlerine, bol güvenlikli sitelere rağmen kapı önünde inadına çekirdek yiyenlerin, sokaklarlarda kına gecesi yapıp göbek atanların, lüks apartmanların arasına görünen eski cumbalı evlerin olduğu yerler.Hala İstanbul’da yaşadığımı hissettiren yerler.İlk taşındığımda çok üzüldüğüm, sonra kokoreçi seyyar arabada kapı önünden geçerken yemenin, ya da çocukluğumda olduğu gibi bol pudra şekerli kürt böreği alıp kahvaltıyı kimvurduya getirmenin tadına vardığım İstanbul’da bir yer.Zenginle fakirin, Ermeni ile Türk’ün, açıkla kapalının bir arada olduğu hırlaşmadığı, aynı apartmanda doğalgaz kullananlar ile pazardan sandık alıp soba tutuşturan kişilerin birbiriyle çocuk için kavga ettiği buram buram ahanda benim insanım dedirten yerler.Akrabalara, eşe dosta gittikten sonra amanın iyi ki bizim burda hala birilerinin unuttuğu birilerinin de hiç öğrenemediği istop, yakartop, evcilik, ebe tura bir iki üç oyunları oynanıyor Yarabbim çok şükür diye sevindiğim yerler.Burası yani oturduğum yer bana dibine kadar İstanbul’da yaşadığımı hissettiriyor. Metropol, megakent, zıtır, pıtır batılılaşmış her zamazingo alengirli kelimelerinin tarif ettiği şehirin eskiden kalma adetlerinin uygulandığı, ülkemizin havasını soluğumu hissettiğim az kalan semtlerden biri.Ne zaman ablama gitsem onlara acırım parmak iziyle apartman kapısı açmalar, çatkapı uzaktan misafir gelse güvenlikçe neredeyse sorgulanmalar bilmemneler.Hadi onlar güvenlik için uygulanan güzel şeyler, ama evde gece vakti tuz bitse bir komşundan bir fincan tuz iste bakalım nasılda uzaylı yutmuşsun gibi bakarlar. Balkona çamaşır asmanın yasak olduğu, yakında veya biraz uzağında pazar olmayan, asla ve asla bakkal bulunmayan, alışverişleri bilmemkaç siteyle birlikte tek kocaman alışveriş merkezinin bacağım kadar kalın kazıklarıyla yapılan, çocukların ip atlamak, kuka, seksek bilmediği, ramazan davulcusunun yasaklandığı bana göre yavan yerleşim alanları ve orda yaşayan zavallılar. Onları gördükçe ablamlara acırım, sonra da kendime acırım seneye o tarafa taşınacağımız için ama hayat şartları öyle gerektiriyor.Şu an tadını çıkarmaya çalışıyorum bulunduğum yerin, ucuz buz dondurması satan bakkalların, sabah pogaçacının kesilesi sesinin, kızımın okula giderken patates-ekmek alıp yemesinin, sokakta küfürleşen veletlerin arsızlıklarının hepsinin tadını çıkarıyorum.Bizim kadınlara sorsanız hep şikayet, elalem çöp dökmeyi, seyyar satıcıları, sokaktaki sesleri unutmuş havuzlu sitelerin olduğu yerlere yerleşmiş, modern hayat yaşıyorlarmış. Kendileri buralardaymış vs. Öyle derler hatta camına satılık ilanı asıp Beylikdüzü’ne, Halkalı’ya taşınmayı düşünen de çok oldu ama nedense hep vazgeçtiler. Bırakamadılar camdan cama dedikoduyu, bakkaldan gazoz alıp kapısında içmeyi.Gidemediler daha dün dağbaşıyken bugün şehrin en prestijli yaşam alanına dönüşen modern zıbıdık yerlere gidemediler yada gitmek istemediler.Bana kalsa şehrimde keyfinden birşey kaybetmemiş, mangal yelleyen atletli adamlarıyla, domates biber patlıcanıyla, doğan görünümlü şahinleriyle, zenginin fakirin içiçe yaşadığı buralardan bir adım uzağa gitmem. Baba evlerimizin doya doya tadını çıkarsaydık keşke şimdi o günleri ne çok özlüyorum, o günleri hatırlattığı için bizim burayı seviyorum.