Ölmeden önce tüm hayatınızın gözlerinizin önünden akıp geçtiği söylenir. Bu ölüme has bir şey midir? Elbette değildir. Öyle olsaydı bunu anlatan biri olamazdı ve bizde bilemezdik çünkü ölmüş olacaktı. O zaman cevap ne? Galiba ölüm korkusunun ta kendisi. Ölüm kapıyı araladığında neden geçmişi hatırlamak isteriz? Bir daha yaşayamayacağımız için mi?Ölümü hisseden geçmişi düşündüğüne göre yaşayanın geleceğe bakması ve bunu düşünmesi çok normal. Yada değil. Ölüm; bana yakın olduğu kadar sana yakın ve sana uzak olduğu kadar bana uzak. Ölüm; namludan kurşunun çıkışını gören kadar bana yakın yada ölümü unutacak kadar çok yaşayanlar kadar uzak. Ölüm bana ne yakın nede uzak. Randevumun tarihi belirsizdi şimdiye kadar.Anlattıklarım doğruydu ama ölüm insanı seçtiği zaman. Ya ben ölümü seçersem….Ölüm şimdi bana çok yakın, titriyor bacaklarım, hızlanıyor nabzım, kararıyor gözlerim ve buz gibi terliyorum; ama bir sorun var. Geçmişi düşünecek en ufak bir zamanım yok. İlk babamın balon alışı, ilk madalya sevincim, ilk aşık oluşum, sevdiklerim ve beni sevenler. Sevinçlerim, ihtiraslarım, arzularım, öfkem, yalanlarım ve sen. Şimdi zamanı değil bunların.Korkuyorum ve tek hissettiğim bu. Sonra dehşete kapılıyorum. Neden korktuğumu bilmeyişimden.Sonra düşünüyorum….Bu hayattan ayrılışım beni korkutmalı mı? Bu hayatı bu denli çok seviyor muyum? Oysaki esaretim bu bedende ve hep esaret dolu sevgilere aşığım. Ne kuş gibi uçabiliyorum nede sevginin adını koyabiliyorum. Seni seviyorum deyişimde bile sevgiyi tanıyıp tanımadığımı bilmiyorum. Gerçekte ben neyi seviyorum? Yaşamayı mı? Aşık olmayı mı? Parayı mı? Kendimi mi?Sevmeyi bilmezken neyi sevdiğimi nasıl bilebilirim ve nasıl ölebilirim?Yoksa, korktuğum ölümü mü sevmeliyim? Aldıklarından çok şey mi verecek? Bak hemen sevgiyi çıkarım için kullanmaya başladım bile. Sevgiyi bilmesem de nede ve neyin içinde olmayacağını biliyorum. Bu düşünce felsefesinin içinde sevginin yeri yok. Sevgi saftır. Ne aldığını ne verdiğini düşünemeyeceğin kadar saf. Aynı ölüm gibi.Sana ne verir, senden ne alır bilemezsin. Ama bildiğin bir şey var ona olan korkun.Benim korkum ölümden değil, onu bilmeyişimden. Benim korkum benden değil, beni tanıyama yaşımdan. Benim korkum aşktan değil, aşkı anlayama yaşımdan.Bu yüzden ölmeliyim ama yapmam gereken iki şey var, kendimi tanımak ve aşık olmak.Randevu tarihini şimdi Azrail’e verdim. İster bunlar için bana zaman verir ister vermez ama ben kendime verdim.Ayrıldık; silah, kursun ve ben.
yorumlar
ölümün şiirsel yanını bir kenara koymalı önce, kişi ölmekte iken ölümü anlatan bir şiir okuyası gelmez sonuçta.(ölüyorum tanrım! yarım ve uluorta!…) var olacak tek his çaresizliktir. hem de yaşarken bir kere dahi duymadığımız saf çaresizlik düşüncesi… hayatın ve ölümün çaresizliği aynı anlamda birleştiği o an. biz yaşarken yaşamın içindeki çare yokluğu demek olan çaresizlik değildir artık o: olasılıklar hiç bir vakit bu kadar teke inmemişti. yaşayanı olasılıklar yaşatır bu durumda. bir sonraki nefesi alma olasılığımızın yüksekliği en azından… bizim çaresizlik dediğimiz şey, envai çeşit çare içinden bize uygununu bi türlü bulamayışımızdır. yada bulama yaşımızdır. bu kronik bir hal aldığında ise yaşam, ölümün tanımını yapar kendisine. işte intihar da bu benzerlikte yükselir. ancak bence intiharda bile bir anlamsızlık var. zaten ölmüş biri, kendini daha ne kadar öldürebilir? “ruh aşkın ve sonsuzdur” buna inanmayan biri ruhunu, bedeni yaşıyorken öldürürse (yada öldürülmüşse ki buna daha sık rastlanır), gün gelip bedenini durduğunda tanrı karşısında hangi kabahatiyle (ruhun ölümü? bedenin ölümü?) sorguya konu olabilecektir? styx kıyısında inildeyen orman. dallarına kuzgunlar kondukça kopup kanayan… köklerinin üzerinde, kovamayacağı işte o tek ve biricik olasılık.
yorum için tşklr
Ölebilmek umuduyla yaşıyorum…
Bir sonraki emre kadar ölmek ve hayalini kurmak yasak.