Arife günüydü. kuzguncuk mezarığına gitmişken, eski zaman güzeli çamlıcaya da uğrayayım dedim.buralarda pek hatıralarım yok ama genede o muhteşem güzellikte kendi kendimle kalmanın zevkini yaşamak istedim..ilahi bir manzara ve manalı manalı bakan bir boğaziçi; geçmişte, buralarda sevişip koklaşan, birbirlerine vefa ve sadakat yeminleri eden aşıklara bu dekorun verdiği hazzı başka ne verebilir ki? yaşmaklı, feraceli, yeldirmeli kadın selinin akın ettiği çamlıca.. erkeklerinin felekten nasiplerini alabildiği serin, berrak, şifalı aşkların aşk toprağı , ölmeyen hasret masallarının ve şarkılarının mekanı.. Bizler için geç kalınmış bir lezzetti, tadımlık… bu lezzet tepesinden mahrum olmak bütün hayat nazlarından yoksun kalmak gibi birşey olmalı..Buradan ayrılmak, kendinizi beton yığını şehir girdabının içine yeniden yollamak, ölmeden ölmek gibi bir kasavet ve umutsuzluk veriyor insana..yönümü, uncular sokağına çevirdim; niyetim meşhur tarihi hamamı görmekti.. çok şükür yerli yerinde duruyor.. sağına soluna yapılmış özensiz beton yığınlarının arasında cılız ve köhne görünsede yerinde duruyor.. Hatta kendine mahrem, munis hazların cilasıyla parlıyor tam karşımda..Pazarları erkek kısmına açık idi; onbeşde bir babamla göbek taşında şakalaşır, olanca gücümle bağırarak akis oyunları icad ederdim.. sıcağa tahammülümün sonucunda içeceğim çamlıca gazozu benim için muzafferiyet teranesi olurdu.. keza, hamam dönüşlerimizde anneciğimin beni muzaffer bir komutan gibi karşılaması çocukluğumun en lezzetli manevi coşkusu idi..Unculardan yukarı çıktığınızda sümbülzade sokağına ulaşırsınız; sokağın yolları daracıktır.. öyle ki, Aziz Mahmud Hüdayi hz. lerinin türbesine çıkan bir sokak vardır ki, kollarımı açtığımda iki duvara değebiliyorum.. sokaktaki bazı evlerin kapıları yeşil boyalı idi; bu, o evlerde oturanların hacca gittiklerinin göstergesi imiş.. şimdi bunlardan eser yok ama iklim aynı “Beni sevenler..türbemde bir kez dahi gelip, fatiha okuyanlar…denizde boğulmasın…ömrü boyunca yokluk yüzü görmesin..”
Türbeye, babaannemle sık sık gelirdik.. bilhassa dul aylığını aldığı günlede; hafızlara kuran okutur,dualarımızı eder birlikte üsküdar çarşısına inerdik.. Babaannemle ilk işimiz, şekerci alptekin amcanındükkanından şekerleme ve lokumlarımızı aldıktan sonra, ciğerci arap abiden yumağa ciğer doğratmak olurdu..Bu sokaklar, köşebaşları, setler geçidler, köhne yapılar dükkanlar… bütün bunları, burada bırakıp yeniden toz deryasının, neonlu ışıkların arasına dönmek öylesine anlamsız ve zor ki..