Ne yapmalı…Tam da böyle burada böylece uzanmalı…Şu radyoda çalan etnik Çin müziğine kulak verip,Aklına gelebilecek tüm sorunları teğet geçip,Uzun zamandır gitmek isteyip de gidemediğin bir yere,O tepeye gitmeli…Tek bir çiçek vardır ya hani orda hiçbir mevsimde solmayan,Hiç bir rüzgarda yılmayan…Bir dokundun mu rayihası tüm vücudunu saran,Tüm nezaketiyle sonra,Maviye kaçan ses tonuyla,Eğilip kulağına yeşil fısıldayan…O tepeye gitmeli işte…O çiçeği bulmalı.Hani rengi böyle aşklı meşkli, henüz dünyaya gelmiş gibi;Yaprakları çalgılı çengili,Kendi şarkılarıyla rakseder gibi,Eşlik etmesi için rüzgarını dört gözle bekler gibi…Çıkmalı o tepeye,Bulmalı o çiçeği,Dünyanın en asil rüzgarını da bulup hediye etmeli…O vakit önce asil bir rüzgar bulmalı.Ya da, geçip aynanın karşısına,Açıp kolları iki yana,Rüzgarcılık oynamalı,Tüm güzel adımları, hiç keşfedilmemiş ritimleri girdabına katmalı;Çiçeği önce anlamalı da öyle karşısına çıkmalı.Ve…Nihayetinde işte;”Ben geldim” demeli…”Ben geldim, sana rüzgar getirdim,Bakma sen, esasında rüzgar benim…”Demez mi sana, sormaz mı,”E be toy kızım, rüzgar olmak senin neyine” diye,”Hala ağzında beslediğin yirmilik dişlerinle…”Yılmamalı ama, pes etmemeli…Birdahaki sefere tüm dişleri söküp,Alıp eline mezurayı önce bir endamını ölçüp,Tekrar arşınlamalı tepeyi…Daha büyük ve daha masumken bu kez,Denemeli,Sinmemeli.