Hergün birşeyler eksik oluyordu hayatta. Birgün pilav için pirinç varken diğer tarafta şehriye yoktu, ertesi gün şehriye varken bu sefer pirinç diğer rolü üstleniyordu. Birgün ketçap vardı patates yoktu, ertesi gün kızartacak patates vardı ama ketçap yoktu. Birgün sigara vardı kahve yoktu, ertesi gün kahve vardı ama sigara yoktu. Birgün baban vardı para yoktu, birgün para vardı ama baban yoktu. Birgün şarap vardı yanında sevgilin yoktu, birgün sevgilin vardı elinde şarap yoktu. Birgün arkadaşın vardı dostun yoktu, birgün ise dostun vardı ama arkadaşın yoktu…Müziğin ahengiyle tangoya kalkan sigaranın dumanı ve kahvenin nefesi, masa üstündeki kırmızı göstergeli saatin silik ışığında sabaha kadar dans ediyordu. Ben ise onların bu tatlı dansını izleyip uykuya daliyordum. Uyandığımda ikisi de kahvaltısını yapıp gitmiş oluyordu tabi ki. Hem de yaptıkları gösteri için para bile almadan!Saatlerdir masanın başında oturmuş ders çalışmayı bekliyordum. Yine aklıma kavramaya çalıştığım göremeyeceğim bakışaçısıyla kusursuz ahengin, görebildiğim kusurları ve kanunları geldi. Ne kadar doğru saptamalar yaptım bilmem ama bunlar hep başımdan geçen şeylerdi. Bir vardı bir yoktu. Hayatım bir Mors alfabesine çevrilebilir belki. Bir gün var olan için bir vuruş, var olmayan için bir “es” alırsak geberene kadar genel bir işaret tablosu çıkarıp bu dünyaya niye geldiğim sorusunun cevabı bulunabilir. Ufff, ben hergele bir Hegel özentisiyim!Konumuza dönelim. Evet; ben de Arşimet’ in o çok ünlü buluşunun aliterasyonuyla, Hayatın Kandırma Kuvveti’ ni buldum. Nasıl mı? Şimdik şöyle oluyor Amirim! Bu hayat denilen zat, bir elimize emzik niyetine sevgili verirken, ertesi gün yokluğuna salya sümük ağlayalım diye elimize şarap tutuşturuyor. Birgün, babasının ölüm yıldönümünü hatırlatan en son model laptop alabilecek para verirken, ertesi gün bayramda yol parası bulamadı diye babasının elini öpmeye gidemeyecek bir sefil hayat veriyor. Birgün doğum gününü kutlayacak bir dost verirken, ertesi gün okula bir hafta bile gitmesen halini sormayacak onlarca arkadaş veriyor. Ve bu kombinasyonlar böyle uzayıp gidiyor. Bir nolu denklemde bir değişken havayı yumuşatırken, iki nolu denklemde var olup, bir nolu denklemin çözümü olacak bir değişken, bir nolu denklemin çözümünü bir nolu denklemde var olmadığı için belirsizliğe sürüklediği gibi, iki nolu denklemde olmayıp bir nolu denklemde var olan başka bir değişken de, iki nolu denklemin çözümünü sağlıyor. Böyle binlerce ve milyarlarca denklemi alt alta koyup ortak bir çözümü bulmak, haşa Allah’ a mahsustur ama ben istemiyorum x’lerim sonsuza giderken “0” a yakınsamayı! Ben istemiyorum y’nin x’e göre türevinin; hadi onu da geçtim, bana ait genel denklemin çok yaygın olan bir değişkene göre kısmi türevinin homojen olup olmayacağını ve çözümünün var mı yok mu, tekil mi özel mi olacağını? Ben istemiyorum günlük olmayı! Ben istemiyorum hergün farklı bir umutla, farklı bir Pollyanna kurgusuyla kandırılmayı! Ben fazla birşey de istemiyorum. Ama o kadar çok şey istedim ki, hiçbirşey olmadı. Birgün barkot gibi TC kimlik numaram oldu. Ona umut bağladım belki genel çözüm odur diye. Ertesi gün vergi numarası dediler. Sonra Ösym numarası, bir de baktım ösym numarası ve TC kimlik numarası aynı çözümü veriyor. Ev telefonunu denedim ama o da olmadı. Adıma çıkarttığım tüm kredi ve banka kartı numaralarını denedim yoktu hiçbirşey. Numaralar değildi tedavisi bunun. Alfabe de değildi, Mors alfabesi de değildi. Sonra pes ettim ben de. Hergün önüme atılmış parça parça ekmeklerden oluşan yolu izlemeye koyuldum. Ekmeğin gösterdiği yolu izliyorum şimdi. Karşıma ne çıkacak umrumda değil. Bugün param yoksa, tütünüm olacak elbet ya da sevdiğim biri olacak büyük ihtimal! Yarın param olunca, hayat denilen takasçıya ne vermem gerektiğini düşünmedim, düşünmem de. Zaten o bana parayı verirken, benden habersiz bir şekilde karşılığını alacaktır. Ve benim bu durumdan haberim ancak; paranın verdiği mutluluğu eski mutluluğuma yeğlemeyi akıl edince, olacaktır!