(Alper’e.. 17.11.1970 – 20.12.1998)Hani yürüyen merdivenleri yürüyerek çıktığının farkına varırsın da, yürümenin anlamsız olduğunu farkeder birden durursun ama merdivenler yine de seni yürütmeye devam eder. Hayat bu işte. Belki geriye doğru yürüsen kaldığın yere dönersin ama bu adamı çok yorar. Hem arkandan gelenlere de çok ayıp olur. Binmişsin bir kere, yürüsen de yürümesen de yürüyor lanet olası.Sol kulaklığı arızalı walkman’imden gelen mono müzik gibi birşey hayat. Stereo tasarlanmış müziği mono dinlenmek çok kötüdür. Özellikle Pink Floyd’sa. Bir yığın gitar numarası ve efekt sol kulakta yok olur. Müzik güzeldir ama eksik birşeyler vardır. Walkmani kapat, daha sonra iyi bir sette dinle bu müziği. İstediğini istediğin zaman yapamazsın. Hayat bu işte. Aç walkmani, yarımyamalak devam et, boşver. Böyle de yaşanıyor.Yağmurda yürümek güzeldir. Hatta çamurda yürümek bile güzeldir. Ama Ankara’da yağmur yağınca bataklıkta yürürsün. Hadi varsayalım o da güzeldir. Anlamadığım şey, nedir bu koşuşturma? Niye? Bir de sana çarpan insanlar özür dilemiyor, sol kulaklığı arızalı walkman’imden duyamadığım kadarıyla. Bu çamur, bu bataklığın tek sebebi insanlar. Dilenmemiş özürlerin, insanlardan akan pislikleri bunlar. Bundan çekinenler telefon etmediği halde telefon kulubesine sığınmışlar, yağmur dindimi diye arasıra kafalarını çıkarıyorlar. Hayat bu işte. Korkularını başkalarının haklarına sığınarak atlatırsın. Hiç özüre gerek yok, devam et dostum..Hani bir dostun çekip gider bu dünyadan da buna ‘ölüm’ derler. İlk aklına gelen onunla geçirdiğin en son an olur. İki gün önce sana hediye ettiği şapka gelir aklına. Kafanı yoklarsın şapka yerindemi diye. Sanki biri alıp kaçacakmış gibi gelir. Boyuna kontrol edersin. Elin ıslanır yağmurdan ve gözyaşından. Sonra o elinle tutuğun sigaran ıslanır. Yeni yaktığın sigara daha yarıya gelmeden söner. Hayat bu işte. Birşeyin zamanından önce bitivermesi.Akşam eve atarsın da kendini, aç karnına içmeye başlarsın hani. Şarabın yarılanıp da sarhoş olduğunda aklına gelir aç olduğun. Yoksa ben bu kadar çabuk sarhoş olmazdım dersin. Yemek yesen onca şarap boşa gider. Nasılsa çakır keyifim, bitsin der devam edersin içmeye. Şarap biter, sarhoşluğun ve açlığın ayyuka çıkar. Bir iki lokma bir şey atıştırırsın. Ayılırsın, olmuşken tam olsun deyip kahve içersin yanına iki sigara telef edip. Ayıklık unutman gerekenleri aklına getirince yeni şarabını açıp başa dönersin. Hayat bu işte. Kısır döngü, fifti fifti sarhoşlukla ayıklık arasında..Hani sigara içerken içerisi dumanaltı olur da, pencereyi açarsın havalansın diye. Odan bir anda soğur. Ama duman çıkana kadar katlanırsın buna. Biraz sonra pencereyi kapatırsın. Yavaş yavaş ısınan odanda yeni sigaralar içer tekrar duman altı olursun. Yatmadan tekrar pencereyi açarsın. Pencereyi kapatıp, soğuk odanda yatağa girip, ısınmaya çalışırken uyur kalırsın. Hayat bu işte. Bazı zevkler için bazı acılara katlanmak zorunda kalırsın.Sabah çay bardağına konan kaşık sesleri duyarsın hani. Bu en sevdiğin şeyin, sabah kahvaltısının sesidir. Ama tonlarca ağırlıktaki gözkapakların açılmaz ve gözkapaklarından daha ağır bir gün seni bekler dışarda. Annene biraz daha uyuyacağını söyler, güzelim kahvaltıyı reddedersin. Yorganına daha bir sıkı sarılır kendi sıcağında uyumaya devam edersin. Uyandığında, bayat bir çay ve boş bir evle karşılaşır, kahvaltı etmeden sokağa atarsın kendini. Hayat bu işte. Bir güzelliği başka bir güzelliğe tercih etmek zorundasın.Aç karnına bir sigara yakıp, zehir zemberek ağzımla ve sol kulaklığı bozuk walkman’imle ve acılarımla ve yaşam telaşıyla ve ödenmemiş faturalarımla ve su geçirdiğini şimdi farkettiğin çizmelerimle ve sanki bir yere yetişecekmiş hızındaki adımlarımla ve dilenmesi gereken özürlerimle ve yine ıslanan dost yadigarı şapkam ve gözlerimle ve sebebini bilmediğim bir şekilde sarıldığım amaçlarımla ve amaçsız bir şekilde ve bu bataklık artığı şehirde yürüyorum yine. Hayat bu mu yaw!?Ferhat Şahin24.12.1998