1900’lerin başına kadar herkes 1687’de yazılan principia’ya göre newton’un ortaya koyduğu klasik fizik kurallarına inanıyordu. fiziğin en önemli öğretileri newton’un hareket kurallarıydı. özünde newton, tanrının evreni değişmez bir düzen içine koyduğuna inanıyordu. bu inanış topluma da yayıldı ve kapitalizm yayıldı. böylece dünya arz-talep kurallarına boyun eğdi. ardından einstein, newton’un saydığı hız, ivme hatta zamanın bile göreceli olduğunu kanıtladı. einstein ışık hızına yakın hareket eden bir roketten indiğimizde diğer rokete binmemiş kişiye göre daha genç kalacağımızı çünkü ışık hızına yakın gidişimizde zamanın yavaşlamasından dolayı yaşlanılamayacağını ispatladı.o meşhur formülünde ışık hızının sabitliği, kütle ve enerjinin aynı oranda arttığını dolayısıyle yüksek kinetik enerjiye ulaşan roketteki bir kişinin sürekli koltuğa yapışık kalacak kadar kütlesinin ağır olacağını, yani ağırlığın kinetik enerjiyle orantılı olarak görece arttığını ispatladı. kısacası düşüncelerin bile görece bir enerji olduğu, herkeste farklı etki yapan ve herkese göre farklı olan düşüncelerin, doğruların etrafında herkesin toplu yaşamdan faydalanarak aynı doğruyu savunması, bişeylerin sürekli yanlış olduğunu söyleyerek sözde düzenin aslında kaosu koruyan düzenin varlığı, birgün geçmişteki bilgeler gibi elle tutulur önyargılardan oluşan bir madde değil de, evrenin içinde bir tür dinamik süreçler olduğu kavranabilir mi bilemeyiz.
yorumlar
gerçek; bizim gerçeği değil o anki duyularımızla ve o anki teknolojiyle o anki doğruya ulaşabileceğimizdir.