garip bir gün, kulağımda Buddha Bar’ ın arap tarzına göre yeniden düzenlemiş olduğu bir mozart senfonisi, ankaranın yağmurlu günlerinden biri. gecenin bilmem kaçı yazmak istememe rağmen insanı çıldırtan bir kafayı toparlayamama. sanki kelimeler kayıp ve de ziyanda.bir sevgili hikayesi dinlemiş gibi üzülerek bakıyorum camdan dışarıya. her şey kendi halinde ve kimsesiz gibi duruyor gecenin içinde. bir yerlere gitmek isterde gidemezmiş gibi elleri ayakları bağlı köleler gibi ağaçlar, sokakalar rıhtıma bağlanmış gemiler gibi… saat gecenin bilmem kaçı ama çekiyor beni sokaklar.çekiyorum paltoyu sırtıma geceye doğru yol almaya hazırlanıyorum. önce müziği kapatmak gerekti ama böyle yapmadım inadına açtım sesini ertesi gün komşunun şikayete geleceğini bile bile. mozart darbuka tınılarında biraz daha yankılanmaya başladı evimin duvarlarında. saat gecenin bilmem kaçı, gürültüyle kapadım dış kapıyı yıkarcasına, ve eminim bunuda eklemeyi unutmayacaktır komşu, yüksek sesten şikayetçi olurken.merdivenleri koşarak indim, demirkapıdan dışarı çıktığım dakikada soğuk hava ciğerlerime doldu ve o an koşmak istedim. gece karanlık ve sokaklar kimsesiz, “benimsiniz” deyi verdim fısıltıyla, sanki sevgilinin kulağına eğilip fısıldar gibi. deli gibi koşuyordum sokalarda. yönü ben tayin etmiyordum, bakıyordum bir sokak bitti bir diğerine. sonunda ciğerlerimin ihanetiyle olduğum yerde kalakaldım. bir yandan zorlada olsa nefes alıp vermeye çalışırken bir yandan gülüyordum halime, saat gecenin bilmem kaçı, bense bir kaçık sokak sokak koşturuyorum. ve ciddi anlamda aklımdan zorum var bu bir gerçek. yarın erkenden gitmem gereken bir iş var ve ben burda bir sokak arasında koşmaktan tıkanmış bir şekilde nefes almaya çalışıyorum. uffffşu kaçık olma durumu, cidden yorucu….