Geçenlerde patronum ile birlikte şehir dışına gittik, iş seyahati. Bursa ve İnegöl civarlarındayız. O yemekten bu toplantıya koşturup duruyoruz. Çoğunlukla da ikisi birleşiyor, yemekli toplantılarda insanlar yemek mi yesin, konuşanlara ilgi mi göstersin bilemiyorlar. Çoğu kelli felli, sanayici, işadamı, hemen hemen aynı şeylerden bahsediyor tümü. Ekonomik durumlar, ithalat-ihracat konularıyla ilgili son duyumlar, ColaTurka’nın hayatımıza girişi gibi mevzularda fikir alışverişinde bulunuyorlar. Sağlam kaynaklardan, birkaç büyük alışveriş merkezi zincirinde Coca Cola’nın iki katından fazla satmış olduğunu öğreniyoruz, ben bunun ilk günlerdeki meraktan kaynaklandığından eminim. Gecenin saat onunda başlayan sondan ikinci toplantımızda artık herkese saygıdan kıvranan bir ses tonuyla kendimizi anlatmaktan, kartvizit ve kitapçık vermekten bitap düşmüş haldeyim zaten. Akşam yemeğine eşlik etmesi uygun görülmüş bu toplantı, yurtdışına meyve ihraç eden, hatta David Beckham’ın kirazlarını yemesiyle magazin bir özellik de kazanmış olan bir üretim merkezinin bahçesinde, barbekü şekilde gerçekleşiyor.Neyse sadede gelmek istiyorum ve bunu da -di’li geçmiş zaman kullanarak yapsam daha iyi olacak sanırım. Konuşmacı konuklardan önce, fabrika sahibi genç işadamı (ki diğerlerinden yaşı, avrupai görünümü ve konuşmasıyla ayrılıyor), barbeküden yükselen yoğun duman efekti eşliğinde ve elinde yeni üretmeye başladıkları, şeftali büyüklüğünde erik olduğu halde, faaliyetlerini bir sunum eşliğinde anlatırken, iki tane iri kıyım işçi U şeklinde dizilmiş yemek masalarının arasina girdiler hışımla. Bir tanesi kenarda durdu; diğeri ise kendileri içerde peynir-ekmek yerken dışarda nasıl etler piştiği ve dumanlar yükseldiği, orada oturan herkesin kapitalist şerefsizler olduğu çevresinde şekillenen bir konuşma yaptı. Kimsede tık yok.. Organizasyonu yapan arkadaşlar telaş edip onları da yemeğe buyur ettiler, adam daha sinirlendi ve masaya bir tekme savurup herşeyi devirdi. Daha sonra iki güvenlik görevlisi koluna girerek kendisini uzaklaştırdılar. Fabrika sahibi kişi ne yapacağını önce şaşırdıysa da durumu idare etti, hatta nasıl oldu anlamadım ama şakaya vurdu, diğer kelli felli adamlar da aldırma, olur böyle şeyler diyerek kendisini teselli ettiler. Zaten iştahım yok, yoğurt yiyerek bu işkencenin artık bitmesini isteyen ben de mide ağrısıyla kalakaldım. Bunun üstüne tuz biber eken şey ise, patron hatunun bu durumun gerçekliğine inanmakta zorluk çekerek hayatta sahiden barbekü partisine hiç katılmamış insanların varolduğu hakkında şüphelerini dile getirmesiydi. Bunu bana ikinci kez sorduğunda artık kendi rüya aleminde yaşadığından emin oldum. Cevap verirken yorum yapacak halim de kalmamıştı zaten, “Evet, bu ülkede bahçede barbekü yapamayan insanlar yaşıyor”.. Allahım ya..