Duanın ne demek olduğu herkesin malumudur. Daha ilkokul çağımızdan itibaren sürekli iç içe olduğumuz, çoğu zaman zor durumda kaldığımızda, kendisinde tüm kadir ve kudretin toplandığına inanılan zata bir yakarıştır, tevfik (yardım) dilenmedir. Muhtemelen tüm dinlerin nadirattan buluştukları bir vakadır ayrıca. Hatta herhangi bir tanrı inancı olmayan ateistlerin dahi zor durumlarda dua etmekten kendilerini alamadıkları hakikati de apaçık ortada duruyor. Bununla beraber özellikleri, nasıl yapılması gerektiği, kabulunun neye bağlı olduğu da bir o kadar bilinmeyen bir meseledir. Tam manada anlaşılması kader, tevekkül inançlarına da farklı bir bakış getirecektir.

Bir süredir kafamı kurcalayan bu meseleyi araştırdım. Çoğunluğu İslami kaynaklar olmak üzere baya bir kaynak inceledim ve kendimce bir somutlama yaptım. Burada anlattığım gibi bir tez tamamen hatalı olmasa bile bazı yerlerinde teolojik hatalar bulunabilir. Zaten amacım da ortaya mutlak bir doğru koymak değil, bu meseleyi daha derinlikli olarak anlamayı sağlamak. Yaptığım somutlamalar da eskilerin deyimiyle soyut bir hadiseyi ‘fehme yakınlaştırmak’ yani anlamaya yakınlaştırmak için yapılmıştır. Herşeyi hakkıyla bilen sadece El-Alim’dir. (C.C)
İslam dini duayı temelde iki kısma ayırıyor. Bunlardan biri kavli, diğeri fiili dua. Kavl kelimesi Arapça’da söz demektir. Buradan da anladığımız gibi kavli dua, hepimizin gayet iyi bildiği söz ile yapılan duadır. Bunun yanında fiili dua ise hareket, eylem duasıdır. Bu ise pek bilinmeyen, dünyamızda birşeyin var olması için gerekli olan fiziki kanunlara riayet gibi meseleleri ihtiva eder.(En yakın zamanda devam edilecek…)