yaklaşık son on yıldır bütün dünya ile birlikte türkiye de din, müslümanlık, demokrasi ve birarada yaşamayı tartışıyor. zira son on yıldır tüm dünyada görülen bir olgu var idi. dinin yükselişi. (bu sadece müslüman ülkelerde olmuyor. başta abd olmak üzere batı ülkelerinde de hıristiyanlığın yükselişine tanık oluyoruz.

bush’un başkan olmasında bu hassasiyetlerin payı vardı. amerika’daki yeni kabinede birçok koyu hıristiyanın da bulunduğunu biliyoruz. hatta bazı toplantıların dua ile açılıyor olması abd’de tartışılan sıcak bir konu idi 11 eylül’e kadar..) türkiye’ye dönecek olursak. refah partisinin bundan önceki seçimlerde 1. parti olması ve başbakanlığı alması ile yükselen kökten-laik hassasiyetler refah-yol koalisyonunun demokrasi dışı -ve utanç verici- yollarla iktidardan uzaklaştırılması ile sonuçlandı. ancak demokrasi ve din ilişkisi hakkındaki tartışmalar artarak sürüyor. burada göze çarpan birkaç cepheden söz etmeliyim. a) genelkurmay, emin çölaşan, add, aydınlık dergisi grubu gibi kurumların başını çektiği kökten-laik cephe. kabaca tarif edersek bu grup dini hassasiyetlerin mümkün olduğunca geriletilmesini ummaktadır. b)etyen mahcupyan, ali bayramoğlu, kürşat bumin gibi yazarların temsil ettiği, dini hassasiyetlerle anlaşabilme çabasındaki entelektüel çevre. c) az önceki çevre ile anlaşma noktaları bulunabileceğini düşünen ve iktidarın politik manevralarla değil insanları ikna ederek ele geçirilebileceğini düşünen entelektüel islamcı çevre. d) islami kesimin iktidarda olması ve toplumu/kamu hayatını çoğunluğun esasları prensibinden hareketle değiştirmesi gerektiğine inanan mnp/msp/sp/akp çizgisi..
benim islami kesimin kamu hayatına katılmasına, öğrencilerin derslere başörtü ile girebilmesine, isteyenin istediği kıyafetle dolaşabilmesine, dini esas alan partilerin gerekirse tüzüklerine şeriat esaslarını da ekleyerek seçimlere girmesine hiçbir itirazım yok.. birarada yaşamanın ve demokrasinin gereklerinden biri olarak bakıyorum buna. pekala sorun nedir? sorun islami kesimin kutsal bir kaynaktan yola çıkmasıdır. şöyle ki: kamu hayatı dediğimiz şey insanların biraraya gelip örgütlenerek bazı şeyleri değiştirebildikleri ya da en azından değiştirmek için çaba harcayabildikleri oranda gerçek anlamda kamu hayatı olur ve o düzen demokrasiye benzer. ancak dini kesimle bu alanda ortak bir noktada buluşulamaz. çünkü o kesim değişmez kurallardan, yani tanrının kelamından hareket eder. tanrının kelamı değiştirilemez, üzerine söz söylenemez olunca altımızda, üzerinde yaşayabileceğimiz bir zemin filan kalmaz. çünkü laiklerin karşısında koca bir duvar vardır. oysa demokrasi, daha doğrusu siyaset, değiştirme üzerine kuruludur. demokrasi insanların (yani biz kulların) biraraya gelip hayatı değiştirebildikleri oranda vardır. abartarak şunu söylüyorum: değiştiremiyorsak aslında yokuz. çünkü o zaman gerçek anlamda kuluz ve köleyiz. bizim vakıf olamayacağımız kurallar altında yaşamaya mahkum oluruz. bu bizi totalitarızme götürür. insanların karşısına itiraz edemeyeceği “tepeden inme” kurallar ve kelamlar dayamak totalitarizmdir. ve burada artık eşit bir durumdan söz edilemez. çünkü karşımızda itiraz edemeyeceğiz bir kelam vardır. ve biz otomatikman terazinin alt kefesine ineriz.. bu kah internet sitesinde bir ahkam olarak karşımıza çıkar, kah mahalle komitesinin kararı, kah bir siyasi partinin tüzüğü. peki çözüm nedir? bence çözüm isteyenin istediği gibi yaşaması ancak “değişmez, üzerine kelam edilemez” (kemalizmin altı oku, stalinin eserleri, türklüğün töreleri de buna dahil) denen kuralları diğer gruplara dayatmamasıdır. bu noktada mutabık kalındıktan sonra anayasa da değişir, yasalar da.