Miyazaki Japonya’nın yetiştirdiği en büyük yönetmen ve animasyon ustalarından biri.1941 doğumlu sanatçı can arkadaşı Isao Takahata (Kendisi Japon Animasyon sanatının Kemalettin Tuğcu’sudur bir bakıma ancak onu daha sonraki bir makalede tanıyacağız.) ile birlikte Japon Animasyon’unun ilk devrelerinden beri parlamışlardır. Kendisi bunun yanında bazı filmlerine konu olan mangaları da çizmiş ve yayınlamıştır.
Miyazaki’nin yönettiği en kayda değer animasyonlar; Lupin III: The Caste Of Cagliostro (1979) ,Nausicaa Of The Valley Of The Wind (1984) , Laputa: The Castle in The Sky (1986), My Neighbours Totoros (1988), Kiki’s Delivery Service (1989), Porco Rosso (1992), Mononoke Hime (1997), Spirited Away (2001)-American Academy Award Best Animated Feature Film 2003-Oscar yani, Howl’s Moving Castle (2004).
Miyazaki ve Takahata Pippi Uzunçorap’ın da TV dizisini yapmayı planlamışlarsa da Astrid Lindgren kitabinin televizyona aktarilmasina izin vermediği için bu proje ve buna benzer birkaç proje de suya düşmüş.
Miyazaki birçok filmini Japon Animasyon endüstrisinin Warner Bros+20th Century Fox’u olan Studio Ghibli’den çıkardı. Ufak bir araştırma ile Animasyon sektöründeki en büyük yatırımların da Studio Ghibli tarafından yapıldığı görülebilir. (Sayfası japonca olduğu için link vermiyorum)
Miyazaki, filmlerini 5. sınıftan büyük çocuklar için yaptığını söyler ve her filminde verilen güzel bir mesaj vardır. 80’ler de Amerikan Animasyonu Voltran Robotech GI.Joe gibi savaş temalı animasyonlarla çocuklarını Columbine dehşetlerini yaratmaya itmişken Miyazaki çocukları gözleri nefretle kapanmadan görmeye iter (Mononoke Hime- “..To see with eyes unclouded by hate…” )
Müzik Miyazaki filmlerinin en vazgecilmez parçasıdır. Her filmin OST’sini gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. Zaten ben söylemesem de filmleri bir kere izledikten sonra senaryonun akışına tam olarak uyan temalı melodileri farkedeceksiniz.
Gelelim bir filmin kısa analizine ; kendi favorim olan Mononoke Hime , ya da ingilizce versiyonunun ismi olan Princess Mononoke ile başlayayım.(Unutmadan ingilizce versiyonda dublajda Claire Daines-San, Billy Crudup-Ashitaka, Minnie Driver-Muhteşem bir performans ile Lady Eboshi, Gillian Anderson – Scully Moro’yu seslendiriyor, Billie Bob Thornton rol alıyor ve DVD coverinda Most Successfull Japanese Movie Ever yazıyor. Tabi Spirited Away Oscar alarak bu ünvanı taşımaya başladı 2003’de.)
Princess Mononoke 1400’lü yıllar’da Japonya’da geçer. Orman Hayvan-Tarıların evidir ve ve ormanlarını sayıları gitgide artan ve saldıurganlaşan insanlardan korumak için umutsuz bir mücadeleye girmişlerdir. Sürgün fakat orman tanrıları ile barış içinde yaşayan bir kabilenin prensi olan Ashitaka köyüne saldıran iblis-hayvan’ı öldürmek sorunda kaldıktan sonra bu yaratık tarafından lanetlenir. Bunun sonucundan kabilesini terketmek zorunda kalır. İblis nefret ile lanetlenip o hale gelmiştir ve kolundaki lanet izinden kurtulması için Ashitaka’nın gözleri nefretle kapandmadan görebilmesi gerekir. Kabilenin şamanı Ashitaka’ya batı’ya gitmesini salıklar. İblis’in cesedinde buldukları metal top (mermi) oradan geliyordur. Köyünü kurtarmasına rağmen lanetlendiği için sevdiklerini terketmek zorunda kalan Ashitaka kuzeye gider. Bu arada Kuzey’de Yüce Orman Tanrısı’nun yaşadığını öğrenir. Yüzü insan ve vücudu bir geyiktir. Geceleri Nightwalker olarak dev adımlarla ormanı adımlar ve şafakta yine geyiğe dönüşür. Ashitaka laneti kaldırmasını dilemek için ona gitmeye karar verir. Bu arada lanet her nefret duyduğunda kolunda gitgide yayılır. Şamanın kehanetine göre önce kemiklerine işleyecek ve sonra onu öldürecektir. İnanılmaz olarak her nefret duyduğunda kolunda insan üstü bir güç hisseder. Samuray’ların bir köyü yağmaladığı sırada oradan geçen Ashitaka’nın öylesine fırlattığı bir ok bir Samuray’ın kellesini koparır hatta. Sonunda demir topun geldiği yere ulaşır. Lady Eboshi’nin Demir Köyü. Genelevlerden kontratlarını satın aldığı kızlara demirhanelerde iş ve özgürlük vermiştir, erkeklere ise onları koruma görevini iyliksever Lady Eboshi. Orman Tanrıları Ağaçları kesip demir filizi için toprağı kazan insanlara saldırınca Lady Eboshi Tüfekleri adamları ile gelmiş ormanın koruyucusu Naga isimli Domuz-Tanrı’yı kovmuştur. Bu sonradan bir iblise dönüşen Tanrıdır. Ashitaka bu sırada Kurt Tanrılar tarafından bulunup yetiştirilmiş San’a rastlar. Hayvanların Prensesi, Mononoke Hime’dir San. Lady Eboshi’nin en büyük düşmanı. Ormanı korumak için herşeyi yapar. Ashitaka iki taraftan birini seçemez. Onlar barış içinde yaşamalıdır. Orman ve İnsanlar. Tıpkı onun kabilesinde olduğu gibi. Ormanın Yüce Tanrısının kafasını kesip İmparatora ölümsüzlük vermesi için almayı planlaya Tanrı avcıları gelince durum kızışır ve Ashitaka ve San’ın Lady Eboshi’nin deliliğini durdurup Hayvan Tanrıları savaşmaktan alıkoymaları gerekir.
Filmde gözyaşlarınızı tutamayacağınız sahneler var. İlki yaralanan Ashitaka San’ın ağzına verdiği kurutulmuş eti bile yiyemeyince San’ın annesi kurt Tanrı Moro’nun öğrettiği gibi eti önce çiğneyip sonra Ashitaka’nın ağzına kendi ağzına vermesi. Bu durumda ne siz tutabiliyorsunuz gözyaşlarınızı ne de Ashitaka. İkincisi ise Ashitaka San’ı Lady Eboshi ve Demir Köy’ün tüfekli kadınlarından kurtarması. Kolundaki lanet tavana vuran Ashitaka kolundan ışıkları saçarak Lady Eboshi’nin San ile düellosunu izleyen kalabalığı yarıp hasımları durdurur. Kolundan çıkan yılansı ışıklardan korkan kalabalığa seslenir :
“Look people! This is what hatred looks like. This is what it does when it gets hold of you. It’s eating me alive and very soon now it will kill me. Fear and anger only makes it grow stronger!”
Omzunda San köyden çıkarken kadınlardan biri yanlışlıkla da olsa Ashitaka’yı 10 santimetre çapında bir mermi ile vurur. Profilden göğsünü delip geçen mermiyi gördüğünüz Ashitaka gözleri dolu yürümeye devam eder ve on kişinin açabildiği kapıyı ayakları kendi kanında kayarken tek eliyle açıp San’la beraber Moro’nun çocuklarıyla Orman’a gider…
Bu arada Princess Mononoke’nin bazı sahnelerinin bol kandan ötürü sansürlendiğini dipnot olarak ekleyelim…
Bu sayfadaki release’lerden Alman versiyonun kapaginda San’ın ağzındaki kan silinmiş…
yorumlar
hayatımda izlediğim en güzel filmdir mononoke. nefret üzerine söylenecekleri daha güzel söyleyebilen hiçbirşeye rastlamadım. hatta hep ilkokul müfredatına konulması gerektiğini düşünmüşümdür. (ciddiyim)bir de buradan bilgisayarınız için mononoke duvar kağıtları indirebilirsiniz.
ben de izleyecek adam gibi birkaç film arıyordum kendime. Bu film tanıtımı iyi oldu bu anlamda.Her yerimiz japon oluyor bu günler de. Çiçekçiler bambu satıyor, japon renkleri giyiyoruz ve japonları izliyoruz. Hadi bakalım…
bu herif bambaşka kulvarda.. sadece anlattığı konular değil görsel yaratıcılığıda muazzamdır.. animelerin abartısından uzak, masal gibidir filmleri..miyazakinin filmlerini izlerken doyamassınız..benim favorilerim mononoke, nausicaa ve laputa..bu arada blog mis gibi olmuş, eywallah..
Bir de Takahata yazdım. O da çıksın artık 20 yıl filan blog girmem. Ne bu iki günde 2 tane. Link resim bulcam diye başım ağrıdı. Zor işmiş. Bilen yapsın artık. (Miyazaki’nin Heidi’nin mekan tasarımlarını yaptığını unutmuşum…)
güzel olmuş ama…çook meşhurdu, ilk ghost in the shell i almıştık. Sonra ninja scroll. Jubei adamımızdı bir ara.Şimdi sabahları samurai X var. Tarzı ilginç, şiddet de var, aşk da, hem büyüklere hem çocuklara. İşe falan geç kalıyoruz seyredeceğiz diye. Ben en çok kompozisyonları beğeniyorum. Kendi kültürünü neis yorumlamış yapan adam.
Tv dizisi çıktı ilk 12 bölümü var bende. Ankara’da isen alabilirsin. Samurai-X yani Rurouni Kenshin’in ise 95 bölümü 3 tane OAV’ı. 1. oav izlediğim en etkileyici filmlerden. Dizi ise 57-61 bölümler arası süren tek bir savaştan sonra baya yumuşuyor çünkü Battousai onarılmaz yaralar alıyor bu dövüşten. Shishio ile oluyor dövüş. Bu dövüşten önce hocasına gidip Succession Technique’i öğreniyor. Ama Kakeru Ryu No Hirameki. Ayrıca Kuzu Ryu Sen’i de. 1. OAV da ayrıca çarpı yaranın gerçek anlamını da gözlerin yaşararak öğreniyorsun. Ankara’da isen o da var hali hazırda.
nasıl ezberledin bu kadar japonca ismi. ben kenshin in adını sökene kadar canım çıktı zaten tv de benji diyorlar.Bir de alakasız olacak ama japoncayla türkçe aynı kökten diller diyorlar, ee ozaman biz neden japonca sözcükleri ingilizceden telaffuz ediyoruz?61. bölümü geçtik. İdo dan ayrılıp eve döndüler. Aç, parasız Dojo öğrencisiz ama sevgi dolular. Çok gerilmiştim o Shishio bölümlerinde böyle sakin sakin iyi oluyor.Ninja scroll un dizisinin çıkmasına sevindim. istanbuldayım, bulurum buralarda. sağol. ama esas kadın ölmüştü. onun iyi bir yeri vardı.
valla alakamız yok. onlar heceli konuşuyor biz sondan eklemeli :)watashia wa kuroki kaze 🙂
Yazı için teşekkürler Retribution. Bildik “anime”den daha başka sanki Miyazaki’nin yapıtları. Bir de şunu ekleyebilirim; “Chihiro” için Hollywood patronları, müzik sıklığını az bularak uzatmasını talep etmiş vakti zamanında. Direnmiş adamcağız…
Acemi hafifcilere INGILIZCE yaziyor uveeee diye ter ter tepinip sonra Japonca dokturmek varmis.
Sen to Chihiro no Kamikakushi (spirited away) seyrettiğim en değişik anime olsa gerek özellikle dvd den izliyorsanız special feature bölümündeki ekstralaı kaçırmamak lazım.Princess mononoke ise ayrı bir klasik halen bir arkadaşımın amerikaya gidip bana oradan filmin t-shirt ini getirmesini bekliyorum.Miyazaki nin anlayamadığım tek bir yapıtı var oda nausicaa of the valley of the wind – bilen biri varsa bana başroldeki kızın neden poposu açık imajı ile (aslında değil sonradan anladık) orada dolaştığını söyleyebilirmi? 🙂
Nausicaa. Ben de geç farkettim. Ohmu sürüsünü saldırmayınız üzerinize. 10 yaşında bir kızcağızdır Nausicaa ^^
ben japonca öğrenmek istiyorum ama çok kazık bi dil yahu..
Bilhassa türkler için çok basit. 3 ayda derdini anlatacak kadar öğrenirsin. Tabi yazma ve okumaktan bahsetmiyorum 🙂
4 tane alfabesi var adamların. Hiragana, Katakana, Kanjis, rômaji.Hangi birini sökecen. Birisi çin alfabesinden uyarlama, birisi latin alfabesinden, diğer ikisi kendileri için. Yok abi kesin başka gezegenden bu adamlar.
Oskar odullu animasyon filmimiz 18 Haz.’da gosterime giriyormus. Engin bilgili sinemacilarimiz bu filmi cocuk filmi zannettiklerinden gosterimini yaz donemine getirmisler sanirim.su sekil beyanlar yapanlar olmus:“ruhların kaçışı”nı serbest bir ‘alice harikalar diyarında’ uyarlaması olarak düşünmek mümkün. chihiro babasının iş değişikliği nedeniyle bulunduğu şehirden taşınmak zorunda olan 10 yaşında üzgün ve biraz da hırçın bir kız çocuğudur. chihiro ve ailesi bu taşınma için yapacakları yolculukta pek çok ilginç şeyle karşılaşacaklardır. önce chihiro’nun anne ve babası mola yerlerindeki yemekleri yedikleri için domuza dönüşürler. chihiro anne ve babasına yardım etmek ister ancak ortalık bir anda hayalet karnavalına dönüşür. chihiro hayatta kalmak için, kendisini bir çeşit ‘hayalet dinleme tesisi’ olan otele kabul ettirmek zorundadır. chihiro bu otelde hayaletlerin gizem perdesini aralamakla kalmayacak, aynı zamanda esrarengiz haku ile aşkın büyüsünü de keşfedecektir.birfilm.comsembolik anlamlar yukludur bu film. bence konusu bir hata sonucu buyuklerin dunyasina erken yasta karisan bir cocugun buyuklerin anlayamadigi dunyasina ve onlari vahsi yasamlarina onlar gibi olmadan ayak uydurma cabasidir diyebiliriz.filmin basinda chihironun ebebeynlerinin onune gecemedikleri yeme durtusunden ve ac gozluluklerinden oturu domuza donustugunu goruruz. chihiro anne babasini kurtarmak icin cabalar. Ama sehirdeki tum buyukler birbirinin tipkisi domuzlara donusmustur. Anne babasini domuzlarin arasindan secemez bile. Chihiro domuzlarin arasinda tek basina kalmistir, ruhunu kaybetmemek, domuza donusmemek icin savasir.Miyazaki binlerce yillik gecmisi olan Japonlarin Amerikan hulyalarina kapilip kendi iclerini bosaltmalarini tum filmlerinde elestirir. Filmin bir yerinde Chihiro’nun benligini kaybetmesinin ilk adiminin kendi adini unutmasi oldugu soylenir. Filmin jeneriginde Chihiro isminin japon karakterleriyle yazilmis halinin gokyuzunde ucusup kayboldugunu gorururuz. Chihiro dilini, gecmisini, benligini kaybetmemek icin savasan japon biraderleri temsil eder. Benligini kaybetmemesi icin ona tavsiye edilen sey calismaktir. Chihiro bir hamamda calismaya baslar. Hamam gelen ruhlari kirlerinden arindiran bir yerdir. Hamam belki sanati, belki de bir ibadethaneyi belki de bambaska bir seyi temsil ediyordur. Hamamda calisanlari katman katman gorururuz. En alt katta araliksiz calisan sakalli on kollu bir adam vardir. O da Chihiro gibi benligini kaybetmeye calisan birkac kisiden biridir. En ustte ise hamamin yoneticisi bir kadin vardir. Kendisi acgozlunun tekidir. Kadinin acgozlulugu cocugunun doymak bilmeyen istahiyla anlatilir. Kadin devamli sismanlayan cocugu disindaki herseye duyarsizlasmistir. Hamamin diger calisanlari en tepedeki kadin kadar olmasa da para (altin) istahiylariyla goz kamastirirlar. Hamama gelen cok zengin ve cok gunahkar oldugunu anlasilan bir musterinin (faceless) sactigi altinlari yakalamak icin ellerinde kaselerle kosusturmalari unutulmayacak sahnelerdendir. Ayni sahnenin devaminda Chihiro’nun altinlari redettigini goruruz. Faceless satin alamadigi Chihiro’yu ele gecirmeye calisir. Ve olaylar karisir.Bu muthis filmi ve diger Miyazaki filmlerini seyretmenizi oneririm. Muzik, goruntu ve senaryo bakimindan (yani her bakimdan) unutulmaz filmlerdendir. Spirited Away Japonya’da en cok gise hasilati yapmis olan filmmis. Lost In Translation’daki hip-hopcu genclik goruntuleri ile ekuri halinde seyredilebilir.
seyhan levent bugun elif safak’i konuk etti. yukarida yazdigim yorum daha tam anlamiyla aklimdan silinmeden, elif safak’in turkce-osmanlica cekismesi uzerine soyledigi cok benzer seylerle karsilastim. elif safak ilk olarak evlerimizde bulunmayan osmanlica – turkce sozlukten bahsetti. istanbul’da yasamamiza ragmen ne sokak isimlerinin anlamlarini, ne de mezar taslarinin uzerindeki yazilari okuyabiliyoruz, pek azimiz bu eksikligimizin farkindayiz, daha da kucuk bir azinlik ise bu eksikligi gidermeye calisiyor dedi. Bizlerin merak eksikliginden bahsetti, merak eksiklikligini dogurdugu dusunsel kisirlasmadan; dogdugu yasamin icine demir atip baskalarinin, yasamini merak dahi etmemekten bahsetti. Yurt disina cikan Turklerin klasik elestirisi “Turkiye’nin nerede oldugunu bilmiyorlar, kendi ulkeleri veya kendi eyaletleri disinda hicbirseyi bilmiyorlar bu adamlar”dir. Istanbul’da yasayan Turkler kendi dogduklari sokagin ismini bile merak etmiyorlar, 50 yil onceki eseri okuyamadiklarinin farkinda bile degiller oysaki. Safak Osmanlica kelimeleri enkazin altindan kurtarip, dilin akisina birakmaliyiz dedi. Elif Safak’in yaklasimini ustun koru sekilde gelenekci bir ozlem diye nitelemek mumkun tabi. Fakat dilde zenginlesme arzu ediliyorsa, bir kelimenin nuanslari ifade edebilmek icin unutulan kelimeleri yeniden toprak uzerine cikarmanin bir zarari yok diye dusunuyorum. Miyazaki’nin ingilizce isgaline direnemeyen geleneksel dili koruma cabasini Elif Safak da budanan turkce diyerek gosteriyor diye dusundum.
edit olmuyor…
valla söyleyecek birşey bulamıyorum harika yazılar olmuş..ayrıca güzel gidiyor muhabbet.. hayao miyazaki gerçekten de çok başarılı biri gerçekten bu ünü hakediyor…ayrıca sevdiğim birçok animede onun elinden çıkma ^^bu arada japoncayı da aradan çıkarmışsınız.bence bukadar büyük düşünmeyin gerçekten kolay bir dil.10 senedir ingilizce okuyorum ama japonca derdimi daha kolay anlatıyorum -.-
favorim my neighbours totoros
spirited away gibisi yoktur, sadece müzikleri bile beni benden alır.
En sevdiğim filmlerden biridir Spirited Away.Bi de Hiyao abimiz ne yaparsa ben yerim açıkçası.Adamdan şimdiye kadar kötü bi eser çıkmadı. Alllah da çıkarmasın tabiii:)))
spirited away deki bebekten alacam bi tane. akarı yok kokarı yok.
sinepildeki çalışmaya bakıp çok sevgili setsukoyu görerek an itibarı ile içimde bir fırtına kopmuştur. hayatımda izlediğim en etkileyici karakterlerden biridir. masumdur, yavrudur, sevilesidir ve yürek burkar.
miyazakinin sihirli dünyası ile ilk tanışmam bundan bır 10 sene öncesine denk gelır.sonrası ise hep güzel geçmiştir.tanışıklığımız ve kendisine olan merakım, hayranlığım filmlerini toplayıp özel kolleksiyonunu yapmaktan çıkıp rüyalarımda beraber karlı bir dağın tepesındekı küçük klubede içtiğimiz sakilerle devam eder. fılmlerının arasında en çok üzerinde durulması gerekilen kanımca spireted away dir.hayranı olduğum japon efsanelerı, hıkayelerı yada japon kultürünün çok ıyı bır sentezınden ortaya çıkmıştır chıhıro.zira japonlar korumaya çalıştıkları kültürleri için uzun çabalar sarfedıyorlar.ve bırçok kultürün aksine onlar bu hazinelerinin ne kadar önemli olduğunun farkındadırlar.kimliksizliğin en büyük kabusları olduğunu düşünmek ve köklü bir eğitimin içinden çıkan miyazakininde chıhıro ile aslında yapmak istediği de büyüklere anlatılan hikayelerle kimliğini unutmuş olanlara küçük bir kızın çaresizliği ve aynı zamanda azminden bahsederek hatırlatmaya çalışmaktır.çünkü miyazaki esas eğitilmesi gerekenin çocuklar değil büyükler olduğuna inanır.çünkü biz kendimizi düzeltmessek gelecek olanı kım düzeltecektir.bu yuzden hıkayelerındekı tum buyuk karakterler hep yanındakı ufaklığın yardımına ihtıyaç duymuştur.esas buyumesı gereken bızlerızdır.çünkü çocukların olduğu bır dunyada savaşmak doğayı katletmek öldürmek dıye bırşey yoktur.ama buyuklerın tum bunları yaptığı dunyanın içinde aynı zamanda küçüklerde nefes almaktadır.ve mıyazakıye göre onlardan öğreneceğimiz şeylerin sayısı o kadar çoktur kı chıhıro nun herkese altın dağıtan no face in karşısına çıkıpta ‘hayır ıstemem ama benım arkadaşım için gıtmem lazım’dediği sahnenın çok ıyı analız edılmesı gerekır.tek analız edılmesı gereken sahnenın bu olmadığı spıreted away tek başına diğer fılmlerden çok ayrılır. çünkü ortada çok başka bir hayal dünyası vardır.aynı zamanda bu fılmı dığerlerınden ayıran başka bir özellıkte japon kulturu ıle ilgili verılen bılgıler ve onların neredeyse gerçeklerıne uygun resmedılmiş olmasıdır. arabayı yanlış yola sokan babanın hızına dayanamayan chıhıro camdan dışarıya bakarken küçük klubeler görüp annesıne sorar ve bızde öğreniriz kı bunlar ruhların yaşadığına ınanılan ve onlar için yapılan evlerdır.japon efsaneleri ve hıkayelerıne bırçok doğru göndermeler yapan fılmde belkıde en tanıdık olan şey bizim için japonların unutulmaz ejderha ıkonudur.haku yaralandıktan sonra kendısıne yardım etmeye çalışan chıhıro nun tüm ısrarlarına rağmen kendısını kazan katındakı tum duvarlara çarparken sizde bu tanıdık hayvanın ne derecede guzel çızıldığıne bakıp durursunuz.aynı zamanda bır zamanlar oralarda bır yerlerde yapılmış eğlence parklarının kapatıldıktan sonrakı hallerını seyredeken terkedılmış bır bınanın dıngınlığıne kendınızı bırakıverırsınız.miyazakının ruhlar dunyasından bize dönup anlattığı bu hıkayede bırde öyle bır sahnesı vardır kı bu fılmın repeat edılıp tekrar tekrar seyredılmesı gerekır.no face yubabo nun bır kemırgene dönüştürülmüş oğlu ve sen (chıhıro) ın zenibaya gıtmek için bındıklerı trenle başlayan sahne acaıp sınematık ve sanatsal bır sahnedır.tren raylarının sessizliği bozduğu bu yolculukta kondüktörden yolculara sağlı sollu suların altında kalmış evlere ve müziğine kadar herşey harıkadır. uzun uzun konuşmaya müsait olan bu fılmı ve bu guzel ınsanın tum fılmlerının seyredılmesını anıme severlere şiddetle tavsıye ederım. prıncess mononke de kı ormanın ruhuna yada omm sürüsüne ne demelı… özellıkle spıreted away, prıncess mononoke,howl’s movıng castle mıyazakının en önemlı toplarıdır bence.söylenecek çok şey var fakat yeterlı değil kendısı için hepsi hafıf kalıyor o yuzden seyrettırmek ve seyretmek lazım dıye düşünüyorum.
mıyazaki harika bir yönetmen…izlenmesi şart.