Kızın nereden aklına estiyse, gitmiş 700 TL bayılmış, çok şirin, pamuk beyazı bir papağan almış. Hevesle evine getirmiş. Papağanı beslemeye başlamış.Ancak, aradan çok fazla zaman geçmeden bu işlerin pek de öyle kolay olmadığını anlamış kızcağız. Papağanları beslemek zormuş. Üstelik, bu papağan pek öyle filmlerde falan gördüğü gibi konuşmuyormuş. Onun yerine, çok tiz ve çok güçlü, kulakları tırmalayan bir çığlık atıyormuş. Üstelik de azıcık deli gibiymiş. Papağanların zaten biraz çılgın olduğunu, alışmamış gözler için anormal sayılabilecek şeyler yaptığını bilmiyormuş.Papağandan kurtulmayı düşünmeye başlamış. Verecek adres aramış, bulamamış. Derken bir gün sevgilisine dert yanmış; papağanın hiç de umduğu gibi çıkmadığını, bakabilecek birine vermeyi düşündüğünü söylemiş. Kızın sevgilisi de iş arkadaşlarına soracağını söylemiş.

Çocuk ertesi güm iş yerinde, hayvan sevgisi olduğunu bildiği, bir papağana bakabileceğini düşündüğü arkadaşlarına sormuş. “Papağan beslemek ister misin?” demiş. Arkadaşlarından birinin evcil köpeği yeni ölmüş. Çocuk, onun alabileceğini umuyormuş.Ne var ki, evcil köpeği yeni ölen çocuk -ki o aslında ben oluyorum- bu teklife pek sıcak bakmamış. Evde hayvan beslemenin ne kadar zor olduğunu, ne kadar ağır bir sorumluluk gerektirdiğini iyi biliyormuş çünkü. Ömrü muhtemelen kendisinden fazla olacak bir hayvanın bakımını üstlenmek istememiş.Çocuk bu sefer de hayvan sevgisiyle ünlü, evinde iki köpek ve bir de kedi besleyen müdürüne sormuş. Ancak müdür tam da bu sebeplerden dolayı, evde bir hayvana daha yer olmadığı gerekçesiyle kabul etmemiş. Yine de, bir papağanın evsiz kalması fikrine kalbi el vermediği için “Getir, burada hep beraber bakalım demiş.”Herkese harika bir fikir gibi gelmiş bu. Herkes hevesle kabul etmiş. Böylece, papağan, yanında kağıt üstündeki sahibinin yaptığı teşekkür kekiyle birlikte şirkete gelmiş. Herkes pek bir sevmiş bu sevimli hayvanı. Pek bir ilgilenmişler. Hemen baş köşeye yerleştirmişler.Daha 24 saat bile dolmadan baş köşenin pek de uygun bir yer olmadığını anlamışlar. Hayvancağız bir türlü durmuyormuş çünkü. Hep çığlık, hep çığlık. Tabi caizse, adamın kafasını s….muş, çok affedersiniz.

Hemen içeriye, çocuğun papağanı ilk teklif ettiği o hani evcil köpeği yeni ölen arkadaşlarının (yani ben) odasına koymuşlar papağanı. Herhangi bir şey söylememişler. Çocuk sabah odasına girince karşılaşmış bu sürprizle. Ses etmemiş. Hayvansevermiş çünkü. Yine de herkes birlikte bakacaksa papağanın kendi odasında kalması çok da sorun değilmiş onun için.Sonra çocuk internette bir araştırma yapmış. Papağanın günde en az iki saat dışarı çıkması gerektiğini okumuş. Kafesi açmış. Papağan da heyecanla dışarı çıkmış. Ama sonra, tekrar içeri sokması çok zor olmuş. Hayvan odanın her tarafına konuyor, her tarafını pisletiyormuş. Ama çocuk birkaç kere daha açmış kapağı. Çünkü ne olursa olsun, kuşun sürekli olarak bir kafesin içinde tıkılıp kalmasını hiç doğru bulmuyormuş. Kapağı açan başkaları da varmış aslında.O şirkette temizlik geceleri yapılıyormuş. Gece temizliği yapan adam bir ses etmemiş, iki ses etmemiş ama her gece kuş pisliği temizlemekten gına geldiği için sonunda şikayet etmeye başlamış. Kendi açısından haklıymış tabii adam da. “Kuşu kim besliyorsa pisliğini de o temizlesin.” diye düşünüyormuş.İşin tuhafı, o çocuk (yani ben) o kuşu sadece iki – üç kere salmışmış aslında. Ama işte insanın adı çıkmayagörsün, hayvancağız ne zaman serbest uçuşa geçse herkes bu çocuktan bilmeye başlamış. Çok da önemli değilmiş tabii de, çocuk da yavaş yavaş, önce kolay bir şey sanıp oy birliğiyle ve büyük heveslerle papağanın şirkete gelmesini isteyen, sonra bu işlerin zor olduğunu anlayınca sorumluluğu hemen başkasının üzerine atan çalışma arkadaşlarının şimdi de inanılmaz bir pişkinlikle, sanki papağan onun papağanıymış gibi hayvanı kontrol altına alması gerektiğini söyleyip durmasına bozulmaya başlamış.

Papağana hiç iyi bakılmıyormuş ayrıca. Özel yemler verilmesi, meyve ağırlıklı beslenmesi gerektiği halde, herkesin kolayına gittiği için sadece çekirdek veriyorlarmış. O da ne hayvanmış, maşallah, çekirdeğe hiçbir zaman hayır demiyormuş.Hayvan artık eskisine göre çok daha fazla kafesin içinde kaldığı halde, o kafes çok nadiren temizleniyormuş. Kimse el atmak istemiyormuş çünkü. Sevimli papağanın arada sırada yıkanması falan da gerekiyormuş, ama o şirkete geldiği günden beri, içtiği dışında suyla hiç teması olmamış.Yani uzun lafın kısası, papağan sevimli olmasına sevimliymiş ama çok da çilekeşmiş. O şirkette hak ettiği şekilde bakılmıyormuş hiçbir şekilde.Derken bir gün, yaşlı bir çift artık nereden haberdar olduysa, bu papağandan haberdar olmuş. Çocukları çoktan evlenip kendi yuvalarını kurduğundan biraz da yalnızlık çekiyorlarmış; eve bir hayvan almayı düşünüyorlarmış, papağana bakabileceklerini söylemişler. O şirketteki otuz tane adamın yan yana gelmesinden daha iyi bakacakları da şüphesizmiş papağana.Müdür, böyle bir teklif olduğunu papağanın kağıt üstündeki sahibi kızın sevgilisine iletmiş. Papağanın kağıt üstündeki sahibinin sevgilisinin ilk sorduğu sorulardan biri: “Herhangi bir para verecekler mi?” olmuş.“Para falan yok.” demiş müdür, “Ama çok iyi bakacaklar.” Çocuk “Tamam, ben bir sorarım.” demiş. Artık sormuş mu sormamış mı bilinmez ama papağan şirkette kalmaya devam etmiş. E boru değil tabii, tam 700 TL vermiş kız o papağana. Bedava verecek hali yoktu.