Önce utanmayı öğrettiler bana. Gülüşlerimi kilitledim içimde bir kutuya. Biraz aralık bıraktım, çok da somurtmayayım diye… Vur deyince öldürecek değildim ya! Aşırıya kaçmadıktan sonra gülmek onların bile onaylayabileceği bir güzelliğe dönüşebilirdi pekala.Başka küçük kızlara da kahkahaları yasaklamışlar mıydı bilmiyordum. Arkadaşlarıma soramazdım ki anneniz size çok güldüğünüzde ayıplayan bakışlar fırlatıyor mu diye? Yaşantımın o dönemini hatırladığım her seferinde bir hamur görüntüsü peyda olur zihnimde. Annem kurabiye yapıyordur. Yağı, mayası her şeyi dört dörtlük bir hamura dönüştürüyordur elindeki malzemeleri. Sonra o hamuru da başka bir şeye dönüştürecek, kendinin tayin ettiği şekiller verecektir ona özgürce. İşte o yılları hatırlarken o kurabiyelerin yerine geçiyordum kısa bir süre için. Beni de onlar gibi zihnindeki bir resme uyarlamaya çalışan bir anneyi buluyordum annemin kolları sıvalı, üstü başı una bulanmış o görüntüsünde.Sadece o değil çevremdeki tüm büyükler de bana bir kurabiye muamelesi yapıyorlardı. Kimi yıldız şeklini yeğliyordu, kimi çiçek… Tercihler sınırsızdı, bense birtürlü hangi şekli seçeceğime karar veremeyecek kadar şaşkın…Neyse ki onlar her zaman yaşantıma dahil olmadıklarından durmadan bir kafa karışıklığıyla cebelleşmem gerekmiyordu. Ama yine de bir hamur olmamı engellemiyordu bu. Ne zaman annemin tasarladığı o şeklime dört dörtlük kavuştum ve böylece bir hamur olmaktan kurabiyeliğe terfi ettim, hatırlamıyorum. Ama çok da büyümemiştim neyse ki. Oramdan buramdan çekiştirilmeden kendi halime bırakıldığım için mutluydum.Ama bu hoşnutluk hali çok uzun sürmedi ne yazık ki. Çok geçmeden gözden kaçırdığım bir şeyi görmeye başladım. Kurabiyenin şeklini ben seçmemiştim ki! Kimse bana sormamıştı ne istiyorsun diye. Seçim hakkım vardı şimdi. Tek sorun seçecek bir şey kalmamış olmasıydı. Gün geçtikçe daha dar geliyordu annemin bana biçtiği o kalıp… Onu yıkmak, en baştan yepyeni bir şey haline getirmek çok kolay değildi, hissedebiliyordum.Bunu en çok kahkaha atarken fark ediyordum. Annem yine küçüklüğümdeki suçlayan bakışlarını gönderse de yüzüme, beni durduramıyordu artık. Kararlıydım, yanlış bulmadığım ama yanlış olduğu bana zorla dayatılmış tüm doğruları ayağa kaldıracaktım yaşantımda teker teker. Ama bunu yaparken de anneme ve diğer büyüklere duyduğum öfkenin beni yönetmesine izin vermeyecek, sırf onlar yanlış buldu diye bir şeyin ille de doğru olması gerekmediğini sık sık hatırlatacaktım kendime.Yalnız şöyle de bir durum vardı: Tamam artık annemin ya da bir başkasının imalı bir bakış ya da sözü kahkahalarımı ya da onların onaylamadığı herhangi bir davranış tarzında bulunmamı engellemiyordu. Ama o kadar uzun zaman aynı kalıbın içinde kalmıştım ki yeni baştan bir hamur haline gelebilmeyi başarsam bile önceki şeklim dışında ne tür bir şeklin, kahkahalarımı bir meydan okuma olmaktan çıkarıp gerçek bir gülüş haline getirebileceğini bilmiyordum.Sınırları belirsiz ama asla sınırsız da olmayacak alabildiğine geniş bir alana yaymak istiyordum hamurumu. Şekli şemali olacaktı elbet ama öyle cetvelle çizilmişçesine keskin köşeleri olmayacak, sevimli, yumuşacık kıvrımlarıyla hoşgörüyü, esnekliği temsil edecekti.Epey zordu işim aslında. Bu bir nevi kendime yeni bir anne bulmaktı. Üstelik de o anne ben olacaktım. Sınırları çizecek de o sınırları ihlal edecek de kendim olunca, hiçbir sınır kalmaması gibi bir durum ortaya çıkabilirdi. İçinde gönlümce gezebileceğim, çiçeklerin rastgele serpiştirildiği bir bahçe yerine; çiçeklerin tarhların içine hapsedildiği, bana çok daha dar bir alan bırakan başka bir bahçeden söz etmek çok saçma gelebilirdi, her tür kısıtlamaya isyan eden o çocuk tarafıma. “Ama ya çiçekler ezilirse?!..” diyen anne yanım hep olmalıydı bu yüzden. Yoksa rahat rahat koşturabileyim diye, çiğnemekten korkacağım ince şeyleri hayatımdan sonsuza dek dışlamış olurdum. Üstüne basıp geçecek kadar umursamadığım şeylerle dolardı evrenim.Ben asla annem kadar katı bir anne olmayacaktım kendime. Sınırlarım sadece çiçekler için olacaktı. Ve ezilebilecek diğer şeyler için… İçimde ve dışımda…