Bir Pazar günü saat 17.30…Dışarıda şiddetli bir yağmur vardı. Ne zaman yağmur yağsa Matyus çok mutlu olurdu ve içerisinde dışarı çıkma isteği oluşurdu. Bu her defasında böyle olurdu ve yağmur yağmaya başladığında içinden bir sevinç ünlemi olarak its fucken rainy derdi. Yine yatağındaydı her zamanki gibi ve sol tarafında açık bulunan balkonun kapısının aralığından perdenin izin verdiği ölçüde yağmurun yağışını izledi bir süre. Kül tablasında yanmakta olan sigarasının bitmiş olduğunu fark etti ve yavaş bir şekilde söndürdü hiç duman çıkmayacak şekilde. Çünkü biliyordu ki kendiliğinden biten bir sigarayı söndürmek için ayrıca çaba göstermek gerekiyordu; hiçbir zaman tam olarak söndüğünden emin olamazdınız. Sigarasını söndürüp yeni bir sigara yakıp yavaş bir şekilde üstündeki yorganı kaldırdı ve yatağının yanında bulunan terliklerini aradı. Genelde terliklerini yatağının sağ tarafına çıkarırdı; böyle bir alışkanlık geliştirmişti ve bu sefer baktığında terlikler yatağın sol tarafında çıkarılmıştı.Dün gece çok içmiş olmalıydı; kendine kızdı; bir insan hiçbir zaman terliklerini nereye çıkarması gerektiğini unutmamalıydı. Terlikleri yatağın sol tarafından alıp, yatağın sağ tarafına koydu ve ilk önce sol sonra sağ ayağını giydi. Bulunduğu duruma göre değişiyordu hangi ayağını ilk önce giydiği ve de bir yere hangi ayakla gireceği; bir araştırmada okumuştu insan öldüğü zaman eğer ayaktaysa sağ ayağının olduğu tarafa düşer diye. Terliklerini giyip sol taraftaki balkon kapısına yöneldi ve perdeyi araladı. Yağmur çok güzel yağıyordu dışarı çıkmalıydı. Odasının kapısına yönelip kapıyı açtı yavaşça ve sağ tarafta bulunan banyoya yöneldi.Matyus her hafta Pazar günleri düzenli olarak dişlerini fırçalar ve elini yüzünü iyice sabunlayıp biraz bekler sonra durulardı. Bunu yapmasının nedeni baz içerikli sabunun yağlı olan tenini kurutması ve böylece yüzüne bakım yaptığını sanırdı. Halbuki insanlar her gün yüzlerini sabunla yıkıyordu. Aynaya baktı ve aklına öğrencilik yıllarındaki bir ev arkadaşı geldi. Ev arkadaşı ellerini o kadar çok yıkardı ki haftada bir sabun almak zorunda kalırlardı. Birde çocuk protex diye bir sabun alıyordu ve Matyusun çok hoşuna gitmişti o sabun ve o günden sonra hep o sabunu almıştı yaşadığı her evde. Aynada açılmakta olan şakaklarına baktı ve dişlerini inceledi. Daha sonra banyodaki havluyla yüzünü kurulayıp mutfağa doğru yöneldi. Çamaşır makinesinin üstüne göz attı ve yanından sokakta yürürken selam verdiğiniz ama konuşmadığınız insanlar gibi geçti. Mutfağın hemen girişinde sol tarafta buzdolabı bulunuyordu; mutfağın ışığı da hemen dolabın arkasındaydı, o yüzden mutfağın ışığını her yakışında dikkatli davranıyordu çünkü bir keresinde fena şekilde çarpılmış ve birkaç dakika şaşırmıştı. Dolabın kapağını açtı ve bir tane bira aldı. Matyus birayı farklı gereçlerle açmayı severdi. Bu sefer kapının dilinin girdiği yere biranın kapağını sıkıştırarak açtı. O şekilde açtığında birası köpürüyordu ve köpüklü bira sevmemesine rağmen sanki bir görevmiş gibi arada bir bunu yapardı. Köpüren birasından bir yudum aldı ve odasına doğru yürümeye koyuldu. Çamaşır makinesinin hemen karşısında kilitli bir oda vardı. O odada ev sahibesinin eşyaları bulunuyordu. Odanın kapısına dayalı bir metre karelik kırık bir ayna bulunuyordu. Ayna çok tozlanmıştı ve üzerinde Özgür yaşamak için sadece izlemeli yazıyordu. Yazıya baktı ve 3-4 ay önce bir iş dönüşü yazdığı aklına geldi. Fazla duraksamadan odasına geçti ve kapıyı kapattı. Radyoyu açtı. Beethoven dan 5. senfoni çalmaktaydı; kader kapıyı iki kez çalar… Yağmur sesi ve Beethoven -birden tüyleri ürperdi ve hemen yatağına geçip yorganı ayaklarına çekti. Ve birasından bir yudum alıp bir an önce birasını bitirip dışarı çıkma planı yapmaya koyuldu. Ne kadar parası olduğunu düşündü, yeterince parası olduğu aklına geldi çünkü yapmış olduğu bir çeviriden dolayı bir miktar para geçmişti eline, maaşı haricinde. Matyus çok sigara ve alkol tükettiğinden dolayı maaşı yetmiyor ek olarak çeviri işiyle uğraşıyordu. (Matyus yabancı dil eğitimi veren bir lisede okumuş ve o okulu birincilikle bitirmişti ve en az kendi dili kadar iyi biliyordu eğitimini almış olduğu yabancı dili.) Parası olmasına sevindi ve bir an önce birasını bitirip pardesüsünü giyip dışarıda biraz ıslanıp çok sık gittiği café tarzındaki bara gitmeye karar verdi.Aynı Pazar günü saat 19.30…Matyus çokta uzun olmayan ıslanmış saçlarını iki eliyle geriye doğru itip saçlarının içindeki suyu elleriyle topladı ve az ıslanmış olan pantolonunun ceplerinin üst kısmına kurulayıp barın kapısını açtı. İçerde Robert randolp’ tan nobody çalıyordu. Ve yüzünde ciddi bir ifadeyle yürüyüp her zaman oturduğu arka taraftaki masaya oturdu. Barmen hemen birasını ve vişne suyunu getirdi. Bir süre boş boş etrafa bakındı. Robert Randolp un nobody si bitmiş Richie Kotzen den She adlı şarkı başlamıştı. Hiç havasında değildi böyle şeyleri dinleyecek. Hafif can sıkıntısıyla otururken birden oturabilir miyim diye bir ses duydu ve kafasını kaldırdı. 3 gün önce tanıştığı kızdı bu soruyu soran; adını düşünürken oturabilirsin dedi kıza. Kızın adını hatırladı kafasında hatırlamak için mona lisa diye kodlamıştı. Matyus bir şeyi unutmamak istediğinde bir şekilde kafasında o şeyin yaratabileceği bir çağrışımı düşünüp kodlardı. Matyus, kız oturunca barmene işaret etti ve garson hemen bir vişne suyu ve bira getirdi kıza. Eliza konuşmaya başladı nasılsın diye sorarak. Matyus un en nefret ettiği soruydu nasılsın. Daha yeni tanıdığı biri ona neden nasılsın diye sorardı ki; birasından bir yudum alıp, o arada nasıl olduğunu düşünmek için zaman kazandı ve iyiyim diye cevap verdi. Cevabından birkaç saniye sonra Elizadan izin isteyip ayağa kalktı, ellerini cebine soktu ve bir bozuk para çıkarıp müzik kutusuna attı. Bir süre yeni bir albüm var mı diye göz attı ve yeni bir şey olmadığını görünce John Lee Hooker dan Annie mae adlı şarkıyı seçti. Müzik kutusundan ayrılırken yine aynı ciddi ifadeyle yavaşça yürüyerek masasına yöneldi. Eliza bu arada müzik kutusuna yönelen matyusun onun için bir şarkı seçeceğini düşündü çünkü Matyusun kendini ifade ediş şeklinin farklı tezahürleri olduğunu düşünüyordu. Ayrıca nasılsın sorusuna cevap verdikten hemen sonra kalkıp müzik kutusuna yönelmişti. Matyus, Elizanın bara takılmaya başladığından beri ilgisini çekiyordu ve onu gözlemleyip tanımaya çalışıyordu kaçamak gözlerle ve içinde belli etmemeye çalıştığı bir heyecan vardı çünkü bu aylardır merak ettiği adamla aynı masada oturuyordu ki ilk tanışmalarında Matyus pek konuşmamıştı ve birasını içtikten hemen sonra kalkmıştı. Matyus John Lee Hooker ın ‘‘Annie Mae,Annie mae beni kendimle yalnız bırakma sözleriyle’’ masaya oturdu. Bu arada eliza şarkının sözlerini anlamaya çalışıp Matyusun ona ne demeye çalıştığını düşünüyordu. Matyus masaya oturduktan sonra yavaşça masanın üzerinde bulunan Eliza’ya ait sarı çakmakla sigarasını yaktı ve birasından bir yudum aldı ardından da vişne suyundan. Hafifçe sandalyede dikleşti ve bu şehirde içilebilecek en iyi bar burası ve bu müzik kutusundan seçilebilecek en iyi şarkı bu dedi Eliza’ya. Eliza evet, güzel şarkı dedi. Matyus bir zamanlar bir arkadaşım vardı kendisi durmadan ‘Tanrı mutsuzları korur’ derdi, diye söyledi Eliza’nın cevabının ardından ve yarılanmış birasında vişne suyunu döktü ve bir yudum aldı Eliza’nın bakışları altında. Eliza şaşkın bir şekilde Matyusa baktı nerden anlamıştı acaba mutsuz olduğunu diye geçirdi aklından ve evet dedi, arkadaşınız doğru demiş diye.Matyus- Kendisinin başka bir sözü daha vardı isterseniz onu da söyleyeyim.Eliza- Elbette, olur. (merakla bekliyordu Matyusun ağzından çıkacakları…)Matyus- Birde ‘çalışmaktan yorulmadım ama yaşamaktan yoruldum’ derdi.Eliza- İlginç bir arkadaşınız varmış.Matyus- Bilmem( Matyus genelde eski bir arkadaşından bahsederken aslında kitaplardan bahsederdi.)Eliza- İsmini merak ettim söylemenizde bir sakınca var mı, acaba?Matyus- İsmi önemsiz, kendisini de sevmezdim zaten Fransızlar hep birbirine benzer.Eliza- Demek arkadaşınız bir fransız. (bu arada eliza, Matyusun nereli olduğunu çıkarmaya çalışıyordu aksanı fazlasıyla düzgündü ve Fransızlara hiç benzemiyordu. Yeni tanıştığı birine de nerelisin diye sormanın çok garip olabileceğini düşünüyordu.)Matyus- Boş ver onu, bu gün saçlarını toplamışsın!(Matyus bir kadınla konuşurken eğer sohbete konu olan şeyden sıkıldıysa, karşısındaki bayanın dış görünüşüyle alakalı bir yorum yapması gerektiğini bilirdi. Çünkü hangi konu konuşulursa konuşulsun bir kadın kendi hakkında bir şey söylendiğinde hemen sohbetin kendiyle alakalı olan kısmına can kulağı kesilmişti şimdiye kadar konuştuğu tüm kadınlar.)Eliza-. Evet, fark etmiş olman ilginç.Matyus- Neden ilginç olsun ki daha önce hep saçların açıktı…Eliza- Evet, ama bu sizinle ikinci görüşmemiz böyle bir şeyi bilmeniz ilginç.Matyus- Sizi daha önce görüyordum barda o yüzden saçlarınızı bilmem doğal, zaten uzun saçlı kadınlar dikkatimi çeker…Eliza-Bu gün yağmur çok şiddetli o yüzden topladım. (Eliza pişman olmuştu saçlarını topladığına çünkü Matyusun saçlarını açık beğendiğini düşündü.)Matyus- (içinden bir oh çekti konuyu değiştirmişti ve şimdi kız bir şeyler soracak veya anlatacaktı ve arkadaşından bahsetmek zorunda kalmayacaktı.) Evet.( başını sallayıp karşıdan bir şey söylemesini bekliyormuş gibi Elizaya baktı ağzından o kelime çıktıktan sonra.)…3-4 saat olmuştu masaya oturdukları ve Matyus çok içmiş oturmakta güçlük çekiyordu. Ve saatlerce bir şeyler anlatmıştı Matyus birbiriyle bağımsız. Hatta bir ara çocukluğunda sigara paketlerinden mezar yaptığını ve kendi mezarının 2 katlı olmasını istediğinden bahsetti. Eliza istersen kalkalım dedi ama siz iyi değilsiniz. Matyus iyiyim dedi. Zaten gözleri iyi görmeyen Matyus masadan destek alarak ayağa kalktı ve sigara paketinden bir sigara çıkartıp yaktı ve paketi cebine koydu. Bu arada ayakta sallanıyordu aslında her şey sallanıyordu Matyus değil ama o aslında sallanmadığını ve sarhoş olduğundan dolayı böyle olduğunu biliyordu ve daha önce sallanan bir dünyada çok yürümüştü. Yavaşça bara gittiler beraber ve kendi hesaplarını ödeyip bardan dışarı çıktılar. Matyus havanın bayağı soğumuş olduğunu fark etti ve pardesüsünün yakalarını kaldırıp Elizaya iyi geceler deyip ağzında yağmurdan sönmekte bir sigara, elleri cebinde, başı neredeyse omuzları arasında kaybolmuş bir şekilde z çizerek evine doğru yöneldi. Eliza şaşkın bir şekilde Matyusa bakıyordu; kaç saattir konuşmuşlardı ve adam sadece iyi geceler deyip Ona bakmadan yola koyulmuştu. Matyus gözden kaybolduktan sonra Elizanın içini bir hüzün kapladı ve şemsiyesini açıp evine doğru dalgın dalgın Matyusu düşünerek yürümeye başladı…