Sahildeki bankta oturuyordu kadın. Şafak sökmek üzereydi. Tan yeri kızıllaşırken, ufuktan esip gelen serin rüzgarla ürperdi. Rüzgar uzun saçlarını birbirine karıştırarak savuruyordu. Yakınlarda bir yerde, bir köpek uludu uzun uzun.Kadın gözünü ufuk çizgisinden ayırmıyordu. Sanki bir şey kaçırmak istemiyormuş gibi dikkatini oraya vermişti. Kalbindeki burukluk yüzüne yansımış, gözlerinde birkaç damla yaş birikmişti. Damlalar düşmesin diye gözünü bile kırpmıyordu. Ağlamayacaktı.Çünkü söz vermişti kardeşine. Hastanedeki son günlerinde söz verdirtmişti kardeşi ona. O kahrolası hastalık onu eritip bitirmeden birkaç gün önce… “Güneşe bak” demişti “her gün yeniden doğuyor. Ve biz öylesine alışmışız ki buna, artık önemsiz geliyor zamanın akışı. Her gün nasılsa doğuyor sizin için güneş. Fazla zamanım kalmadığından sanırım, bunu düşünüyorum birkaç gündür. Güneşin denizin üzerinden yükselişi, hem de her sabah, ne kadar muazzam bir şey.” Bunu söylerken öylesine uzaklara dalmıştı ki küçük oğlan, sanki o hastane odasında değildi. Gözleri duvardaki bir noktaya sabitlenmiş, yüzünde anlattığı şeyden hissettiği heyecan ve tebessümle konuşuyordu o an. Daha 11 yaşındaydı. Ablası söyleyecek bir şey bulamıyor, boğazında düğümlenen hıçkırıkları yutmaya çalışıyordu. Genç kadın başını eğip ağlamaya başladığında, o ufacık elini kadının yanağına uzattı. Dokunuşla kendine geldi kadın. Eliyle gözlerini beceriksizce silmeye çalışarak başını kaldırdı. Gördüğü şey sanki küçük kardeşi değil, sonsuz erdeme sahip bir bilgenin bakışlarıydı. “Hayır..!” dedi “ağlamayacaksın, güneş doğmaya devam ettikçe ağlamayacaksın.” Sarıldılar. Bir kaç gün sonra ufaklık kapattı gözlerini dünyaya sonsuza değin….
Gün iyice aydınlanıp, güneş ilk ışıklarını ufuk noktasından bırakırken, kadının yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Bir damla yaş süzüldü yanağından.Genç bir adam yaklaştı ona doğru “Sana şal getirdim, üşümüşsündür.” dedi sefkatli bir sesle. Kadın, “Üşümedim.” diyebildi. Yanına oturan adama sokulup başını omzuna dayadı. Koca alev topu, dalgaların üzerinden kendini iyice ortaya çıkarırken, ölümün insanı neden olgunlaştırdığını düşündü. Zihninde kardeşinin gündoğumunu anlatan sözleri yankılanıyordu;
“ne kadar muazzam bir şey…”