Bir Karikatüristi KıskanmakKıskançlık hayatımda hiçbir zaman ciddi anlamda yer almadı, ilginç ama ben kimseyi kıskanmadım. Yoksa kıskandım mı? Düşünüyorum da biri gerçekten güzel bir işe imza attığında kıskandım ama onun başarısı sonlansın ben yapayım demedim. Tepkilerim kıskanılması muhtemel olaya genelde şöyle olur; “ aa ne güzel keşke ben de yapabilsem böyle şeyler” ya da “ aaa ne güzel ben de yapabilirim ki çalışırsam”. Yani bu kıskançlık değil di mi sevgili okur? Evet, evet bana böyle olduğunu söyle, beni, kıskanç olmadığımı onayla lütfen. Cevaplarınızı duyar gibiyim, sizinle aynı fikirdeyim. Bu kıskançlık diye tanımlansa dahi kötü niyetli bir eylem değil. Ben buna olumlu kıskançlık diyorum, insanı bir şeyler yapmaya teşvik ediyor.Her neyse kıskançlığın tanımı tamamen başlı başına bir yazı konusu, bense burada daha basit bir durumdan bahsetmek istiyorum.Bir arkadaşımla konuşurken bir karikatüristten bahsetti, bahsettiği karikatüristin çalışmalarını hatırlayamadım bir türlü, hani iyi kötü karikatürler hakkında bilgisi ve bazılarına hayranlığı olan biri olarak çizgilerinden tanıyabileceğimi söyledim.Yanılmamışım, çizgileri gördüğüm anda daha önce ismi hatırlayamamış olsam da sanki eski bir samimi arkadaşla karşılaşmış gibi hissettim kendimi, aynen şöyle dedim hatta; “ anaaa ben tanıyorum bu çizgileri”.Sonra üstüme böyle garip biz hüzün çöktü, kıskandım çünkü bu ismini veremeyeceğim sevgili çizeri sayın okur. Dedim ki kendi kendime bir karikatüristin çizgileri işte böyle onu yansıtır, adını hatırlayamayanlara bile kendini hatırlatır ve az biraz dikkatli bir göz nerede görürse görsün aynı çizgileri tanır, çizginin kime ait olduğunu bilir. En basitinden Yiğit Özgür’ü örnek verirsek, altında imzası olmasa da birçok kişi şıppadanak tanır kendisini. İşte ben bunu kıskandım. Çünkü bir yazarın tarzı ne kadar belirgin olursa olsun, bir yazının kime ait olduğu öyle hemen anlaşılanamayabiliyor. En azından kendi yazılarım için söyleyeyim böyle bir tarzım yok, hani şu yazının altında başka bir imza, başka bir isim yer alsa, sanmıyorum ki bir Allah’ın kulu da çıkıp desin ki yok yok bu isimde bir yanlışlık var bu yazı şu saygıdeğer yazara ait. Hani bu biraz da benim eksikliğimden kaynaklanıyor, kalemimi yeterince bükemediğimden, kabul. Ama kıskandım işte be sevgili okur, dedim ki keşke çizebilsem ben de böyle, bakan da hemen dese ki , aaa ben bu çizgileri tanıyorum. Yok yok, kesinlikle çizemem ben. Ama keşke yazarken şöyle daha belirgin bir tarzım olsa, o kadar ustalaşabilsem, uzmanlaşabilsem.İşin bir yönü de şu ki, bu çizerler bir gün yok olup gitseler dahi fiziksel olarak, geride bırakmış oldukları bir iz olacak mutlaka, bu isimleri ben, sen, o birileri mutlaka hatırlayacak. Bakıyorum şimdi kendime hadi çizgilerimden kimse tanıyamayacak, öyle bir yeteneğim yok ama bari kalıcı bir iz bırakayım, o da olmuyor. Onları da, yazdıklarıyla bir iz bırakmış olanları kıskanıyorum. Mesela Jane Austen,onun kurgulamış olduğu karakterleri düşünüyorum da; Emma ya da Catherine benim içimde bir yerlerde yaşıyor. Günümüz edebiyatından düşünecek olursak Suzanne Colins tarafından yazılmış olan Açlık Oyunları’nın karakteri var mesela ; Katniss. İkinci kitabı henüz okumasam da içimde öyle bir yer etmiş ki, öyle bir kendimle özdeşleştirmişim ki…hem özdeşleştirmesem bile özdeşleştireyim istedim. O güçlü karakter ben olayım istedim. O da Emma gibi içimde yaşayan bir başka karakter…İşte böyle sevgili okur bendeki kıskançlık bu boyutta, ben de böyle eserler vermek istiyorum. Aman sende takıldığın şeye bak, al şuradan bir sıcak çikolata diyebilirsiniz ama yok yok bu sefer kendimi sıcak çikolatayla kandırmayacağım. Bu sefer kıskançlık denilen illet (!) bir işe yarasın bari. Oturup çalışayım belki bir gün der yazıyı okur okumaz aaa bu o yazar diye. Kim bilir…. Ama ne olursa olsun hiç çizemeyeceğimden dolayı karikatüristleri kıskanmaya devam!