bugün yine bir DTCF klasiğiyle karşı karşıyaydık.olaylar başladığında tuvaletteydim.ufak çaplı sataşmalar duydum önce.ne olduğunu tahmin etmek güç değildi tabii;sağ sol çatışmasıydı muhtemelen.olan biteni anlamak için pencereden dışarı baktım.birbirlerine laf atan birkaç kişi vardı önce.sonra birkaç kişi daha geldi ve birkaç kişi daha…derken birden bire birbirlerine taşlar,sopalar,soda şişeleri ve hatta sandalyeler fırlatmaya başladılar.millet can havliyle çalışma salonuna koştururken,çatışmacı gençler de onları takiben kütüphane binasına girerek,yığdıkları sandalye ve masalarla kapıyı içerden kilitlediler.ağlayan,haykıran,olacakları endişe içerisinde bekleyen günahsız orta bahçe ahalisi kütüphane binasında mahsur bekleyedursun,çevik kuvvet geç de olsa gelerek olaylara müdahale etti(biber gazıyla tabii her zamanki gibi).gözler sulu,beyinler bulanık bir halde okulun bir ucuna gidip,karmaşa sırasında kaybettiğimiz arkadaşımızı beklerken,olup bitenler hakkında birkaç saniyeliğine de olsa düşünme fırsatı bulabildiğim o an,en çok neye takıldığımı idrak edemedim;insanlıktan çıkmışçasına,bir hiç uğruna, birbirlerine zarar vermeye çalışan bu insanlar mı,okulun prestiji(!) daha fazla sarsılmasın diye çevik kuvveti içeriye aldırmayarak,olayların içerde tüm hızıyla devam etmesini tetikleyen dekan mı,bizim bu karmaşada bile derse alınmamız mı,yoksa polislerden birinin bir diğerine yaptığı(sanırım çok sıkılmış) ‘biber gazı yemiş gördüm seni,heheh!’ esprisi mi,karar vermekte güçlük çekiyorum doğrusu.bu gibi durumlarda hayat çok anlamsız geliyor bana…