herşeyi görüyorum. bunu olağan sanıyordum ama baktım ki yanımdakiler hiçbirinin farkında değil, korkmaya başladım, adamakıllı korkmaya.

yürürken herkes aklından birşeyler geçirir. ben de kimin ceketinin altında hangi tür silahlar olabileceğini düşünüyorum.

geçen gün taksimde, beşiktaş dolmuşlarının kalktığı yerin biraz yukarısındaki yuvarlak bankların orda, izbandutun biri orta-yaşlı işadamı kılıklı birini yakasından tutmuş, elinde 20 santimlik bir bıçak(sadece kesici kısmı) “ver allahıma, vururum” diyordu. yoldan geçen de 3-5 kişi vardı bişey demiyorlardı. ben de demedim. hem eğer adam onu bırakıp beni tutsaydı, benim verip kurtulacak param da yoktu.

herneyse, bu iyice tuz biber oldu işte bütün radar gibi yaşamanın üzerine. herşeyi görüyorum. vapurda otururken kimin bize baktığını, kimin pis pis, kimin de kaçamak bakışlar attığını, kimlerinse hiçbişeyle ilgilenmeden sağa sola baktığını görebiliyorum. ve sokağın köşesinde otururken, çakallar kalkıp, kavga çıkarma amaçlı yaklaşırlarken, bunu ilk farkeden ben oluyorum.

hmm, çok masum bile olsam sokakta yürürken, her türlü pisliği asiliği bıraksam, yine de bela bana rastlamayacakmıdır günün birinde, peki ya ben fazlasıyla uysallaşmış olursam?

_sanırım, beni öldürüp bütün paramı almak istiyorsunuz. zahmete girmeyin… isterseniz sizi kuytu yere kadar yormadan şu üzerimdekileri vereyim, sonra da evde kendimi asarım. size başka nasıl yardımcı olabilirim?

bu arada neler oldu? istanbula bir mola verdim ve sanırım daha güçlü geri döndüm. ama tekrar ve çok çabuk tükenmeye başladım. evet, nerdeyse bir haftadır otostoptaydım. 5 ayrı yerde uyudum. altımda “ytong” sponsor firmamızın verdiği poşetler, üstümde de ayışığından başka birşey yoktu. fiziksel olarak da bir bitkinlikti ama sarhoş geçen gecelerin ardında yerin yedi kat dibine gömüldükten sonra yeniden doğulan bir gün varmış gibi geliyor bana.

sonuçta istanbula döndüm ve ilk gece insanın tepesindeki çatının çok önemli olduğunun farkına vardım. (ytong poşetleri ısıtmıyor) yol insanı güçlendiriyor ama, yağmur-çamur bir yana, vücut açısından en ufak bir düşüşte, insanın bir çatıya ihtiyacı oluyor. sonra bu çatıyı kaybetmenin ne demek olduğu geldi aklıma ve tepemden aşağı buz gibi sular döküldü.

ben bir çatı istiyorum. ekmek arası soğan ve peynir de güzel amma, sıcak bir yemek istiyorum. lanet olsun ki, hiçbiryere bağlanmak istemiyorum. aslında çoğu zaman hepsini çöpe atıp gitmek istiyorum.

ve tekrar tekrar, amerikan filmlerinde, çekirgenin, yıllar sonra sensei’nin özlü sözlerini hatırlaması gibi, babamın sözlerini duyuyorum: “daha ne yaptın ki?” evet hiçbir zaman babamın bir sözünden bu kadar etkileneceğimi sanmazdım ama… daha ne yaptım ki? her ne yaptıysam da, yapacaklarımın, yapabileceklerimin sonu yok ki…

işte böyle diyerek, woody allen’a da yaptığı filmler için teşekkür ederek hayata devam ediyorum.

(yaw bu yazı günlük olmak için çok mu güzel oldu)