“kaynak gösterilmeden yapılan alıntı, emeğe saygısızlıktır”“BAŞLANGIÇTAN GÜNÜMÜZE” 6664 FİLM (1914– 2006)
“Derken ortalık birdenbire karardı. Zifiri karanlık içinde kaldık; korktuk. Elim gayrı ihtiyari ağabeyimin elini aradı; buldum ve bir tehlike karşısında imişim gibi sımsıkı kavradım. Arkamızdaki sıralardan ışıklar fışkırıyordu. Karanlığın vaziyet icabı olduğunu kimse takdir edemediğinden, pencerelere örtülen siyah perdelere itiraz ediyorlardı.O vakitler İstanbul’da elektrik yoktu. Abdülhamit’in vehmi elektriğin memlekete girmesine engel olmuştu. Sinematograf makinesini işletmek ve şeridi aydınlatmak için kullanılan petrol lambalarından intişar eden gaz kokusu da seyircileri ayrıca taciz etmekte idi. Perdenin önüne gelen bir şahıs bu karartının lüzumunu izah etti. Ve hemen onun arkasından gösteri başladı. Avrupa’nın bir yerinde bir istasyon. Bacasından fosur fosur kara dumanlar savuran bir lokomotif, peşinde takılı vagonlarla duruyor. Tren Kalktı. Bittabi sessiz sedasız. Aman yarabbi! Üstümüze doğru geliyor. Zindan gibi salonun içinde kımıldamalar oldu. Trenin perdeden fırlayıp seyircileri çiğnemesinden korkanlar ihtiyaten yerlerini terk ettiler galiba. Hani ya ben de korkmadım değil… Bereket versin ki tren çabuk geçti… gitti.”
(Ercüment Ekrem Talu, sinemanın yurdumuzda ilk gösterimini yukarıdaki bu satırlarla anlatmakta)KISA BİR HATIRLATMA
Memleketimizde sinema, 1897 yılın başlarına doğru Yıldız Sarayı’nın hokkabazlarından Bertrand’ın girişimiyle Sarayda gösterime sunuldu. 1896 yılında Fransa’da “Lumiere Kardeşler”, aynı tarihte Amerika’da “Thomas Alva Edison” sinematografi adı verilen sinema aygıtını keşfettiler.Lumiere Kardeşler dünyanın her yanına operatörler göndererek ilginç belgesel filmler çektirmekte; sonradan bunları çoğaltarak satışa sunmaktaydılar.Bizde aynı yılda saraydaki gösterimin ardından, Romanya uyruklu Leh yahudisi olan Sigmund Weinberg, Fransız Pathe Film Kurumu’nun temsilcisi olarak İstanbul’a yerleşti ve bu arada da fotoğraf malzemeleri satan bir dükkan açtı. 1896-97’de Galatasaray’daki “Sponeck Birahanesi”nde ilk sinema gösterisini başlattı. Aynı zamanda gramofonu ve otomobili de İstanbul’lulara tanıtan Weinberg tiyatroyla da ilgilendi. Beyoğlu ve Şehzadebaşı’ndaki tiyatrolarda hem film, hem de tiyatro gösterileri düzenledi.Halkın sinemaya gösterdiği rağbeti gözönüne alan Weinberg, 1908’de Meşrutiyet’in ilanı üzerine Türkiye’deki ilk sinema olan “Pathe Sineması” nı yaptırdı. Sonradan bu sinema “Şehir Tiyatroları Komedi Bölümü ” olarak hizmete devam etti. Bunu Beyoğlu’nda yapılan “Palas Sineması” , “Majik Sineması” gibi salonlar izledi. İstanbul yakasında ise Kemal ve Şakir (Seden) beyler, I. Dünya Savaşı’nın çıkmasından az önce 1914’de, “Kemal Bey” ve “Ali Efendi” sinemalarını, Murat ve Cevat Beyler de “Milli Sinema” yı açtılar. Daha sonraları bunu “Elhamra” ve “Opera” sinemaları izledi.İzmir’de açılan ilk sinemalar da 1909’da Kordonboyu’nda yapılan “Pathe Kardeşler” ya da “Kramer Sineması”nı izleyerek, Eski Mahkeme Önü’nde sonradan “İnci” adını alan “Asri Sinema”, “Lale Sineması”, Beyler Sokağındaki “Milli Sinema” ve daha sonra yapılan “Elhamra” ve “Tayyare” sinemaları ile Kokaryalı (Güzelyalı) ve Karşıyaka’daki sinemalar olmuştur.Ülkemizde çevrilen ilk filmlere gelince; Makedonya asıllı Manaki Kardeşlerin (Yanaki ve Milton) 1907’de başlayarak çektikleri belgesel filmler bir yana bırakılırsa, Türkiye’de bir Türkün çektiği ilk film de bir belge filmidir.Yurdumuzda ilk filmin çevrilişi, Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden sonra başlar.14 Kasım 1914’de “Ayastefanos’taki (Yeşilköy) Rus anıtının yıkılışı”, 150 metrelik ilk Türk Filmi olarak kaydedilmiş oldu.Osmanlı Devletinin Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın 1915’de Almanya’ya yaptığı bir gezi, yurdumuzda sinema yapımının sürekliliğini sağladı. Paşa İstanbul’a döndüğünde Osmanlı ordusunda da bir sinema kolu kurulmasını emretti. Böylelikle başında Weinberg’in bulunduğu, Fuat Uzkınayın Yardımcı olarak atandığı bir “Merkez Ordu Sinema Dairesi” kuruldu.27 Ağustos 1916’da Osmanlı Devletinin Romanya ile savaşa girmesi üzerine bu görevden alındı. Kimi kaynaklara göre İstanbul’da kalan Weinberg burada fotoğrafçılıklauğraşmış; kimi kaynaklara göre ise Mısır’a giderek sinemacılık yapmıştır.Ordu Film Dairesi, önceleri belgesel filmle çekti. Bunlar savaşla ya da başkomutanın ve padişahın resmi ve özel yaşamlarıyla ilgili filmlerdi. Daha sonraları bu dairenin başına Fuat Uzkınay atandı (D:1888-Ö:1956).SİNEMAMIZ VE GEÇİRDİĞİ EVRELER (1914-1922)
Sinemamızın başlangıç yılı olarak kabul edilen tarih 14 Kasım 1914 dür. Yurdumuzda bir Türk’ün çektiği ilk film olan ve bir belge niteliğini taşıyan, Aya Stefanos’taki (Yeşilköy) Rus abidesinin yıkılışını konu alan çekimdir. Zamanın sinema işletmeciliğini yapan Seden Kardeşler’in yanında sinemaya atılmış olan Fuat Uzkınay, aynı zamanda orduda yedek subay olarak görev yapmaktaydı. I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda Enver Paşa Türkiye’de “Ordu Film Dairesi” nin kurulmasına önayak oldu ve Sigmund Weinberg bu göreve getirildiyse de hemen sonra Fuat Uzkınay bu göreve tayin edildi. Bu daire, önceleri belgesel filmler çekti. Bunlar savaşla ilgili, başkomutanın veya padişahın resmi veya özel yaşamlarını anlatan filmlerdi.Her ne kadar sinemamızın başlangıcının Rus Abidesinin yıkılışını konun alan belgeselle olduğu kabul edilse de, Weinber’in bu konudaki çabası da yatsınamaz. Girişken bir sinema adamı olan Weinberg, Enver Paşa’yı ikna ederek konulu filmerin çekilerek halka gösterilmesini sağladı. Bunun için İstanbul’da gösteriler yapan ve ermeni bir topluluk olan Benilyan’ın “Milli Operet” kumpanyasıyla anlaşarak, kumpanya’nın da repertuvarında yer alan “Leblebici Horhor” (1) ve Himmet Ağa’nın İzdivacı” filmleri çekilen ilk konulu sessiz film oldu.Sinemamızda bu ilkler oluşurken, diğer taraftan da “Müdafaa-i Milliye Cemiyeti” isimli bir kuruluş kendini gösterdi. İçinde bulunduğu ortamın savaş yılları olması nedeniye Kenan Erginsoy’un görüntü yönetmenliğini (eskilerde ise bu kişiye “operatör” adı verilirdi) yaptığı savaş belgeselleri çekilirdi. Bu cemiyetin henüz yaşı 20 olan genç üyelerinden gazeteci Sedat Simavi, film işleriyle de ilgilenince operatör Yorgo Efendi’nin (2) kamerasından “Pençe” ve “Casus” filmleri konulu film olarak ortaya çıktı.Adı geçen cemiyet adına 1918’de “Alemdar Vak’ası (Alemdar Mustafa Paşa)” adlı bir film çevrilmesine rağmen, kurgusu yapılamadan Cemiyet ile birlikte İstanbul işgal kuvvetlerince yok edildi. Savaş yılları bitip müttefik devletlerce antlaşma imzalanınca, Ordu’nun elinde bulunan araç ve gereçler İstanbul’u işgal eden müttefik kuvvetlere verildiği için, Ordu Film Dairesi’nin elinde bulunan sinema ile ilgili her türlü araç ve gereçler, “Malul Gaziler Cemiyeti” ne dönüştürülen bu kuruluşa devredildi.Aradan geçen bu iki senelik zaman sonrasında film çekme işlerini Malul Gaziler Cemiyeti üstlendi. Ordu’dan ayrılan Fuat Uzkınay’ın kamerasından Ahmet Fehim Efendi’nin yönetmenliğinde “Mürebbiye” filmi çekildi. Bu cemiyetin çevirdiği ikinci film olan “Binnaz” da yine başrolleri Fuat Uzkınay ile Ahmet Fehim almaktaydı (1919). Malul Gaziler Cemiyeti’nin çektiği üçüncü film “Bican Efendi” serisinden olup Bican efendi adlı vakıflar memurunun maceraları anlatılmaktaydı (1921).İşte bu sıralarda Anadolu’da bir çete savaşı görünümünde başlayan ve kolayca bastırılabilecek sanılan milli mücadele harelketi, Kurtuluş Savaşı’na dönüştü. İşgalci kuvvetler yavaş yavaş geri dönüş yaparken, Malul Gaziler Cemiyeti de son film çalışmalarını yapıyordu. Ahmet Fehim, Şadi Fikret Karagözoğlu’ndan sonra da derneğin yönetmenliğine Fazlı Necip getririldi. Necip Fazıl’ın çevirmeyi planladığı “Lale Devri” ile “Binbir Direk” adlı senaryoları filme çekemedi. Bu başarısız denemenin ardından Cemiyet elindeki sinema aygıtlarını kiralama yolunu seçti. Seden Kardeşler’in 1919’da kurdukları şirket ile Kemal Film arasında bir anlaşma yapıldı. Cemiyet elindeki filmler ile birlikte sinema aygıtlarını bu kuruluşa devretti.Kurtuluş Savaşı’nın sona ermekte olduğu sıralarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla “Ordu Film Alma Dairesi” kuruldu. Bu kuruluş kaçan düşmanın köy ve kasabalarda işlediği vahşeti tesbit etti. Çekilen bu kısa filmler, kurgulanarak “İstiklal” adı altında bir belgesele dönüştürüldü (1922).TÜRK SİNEMASINDA TİYATROCULAR DÖNEMİ1922-1939
I.Dünya Savaşı yıllarında başlayan ve devam eden sinemamızda, film çalışmalarımızı yöneten ve yürüten ehil ellerin olmayışı karşısında, 1922 yılnda Fransa ve Almanya’da yaptığı tiyatro ve film çalışmalardan dönen ve 17 sene boyunca Türk sinemasının başında kalan Muhsin Ertuğrul sinemamıza egemen olmuştur.İstanbul’a dönüşünde ilk iş olarak sinema işletmeciliği yapan Kemal ve Şakir Seden Kardeşler’le tanışmış ve Türkiye’de film çekiminde mutlaka bir stüdyonun kurulması gerektiğinden yola çıkılarak, Haliç’teki Mensucat Fabrikası’nın bir bölümü stüdyo haline getirildi. Çekilen ilk film ”İstanbul’da Bir Facia-i Aşk” oldu.Muhsin Ertuğrul’un bu sinemacılık dönemini; sessiz ve sesli snema dönemi olarak iki bölümde incelemek mümkün. Her iki bölümde de Ertuğrul, filmlerin yönetmenliğini kendi yapmış olup oyuncu kadrosuna da tiyatro oyuncularını almıştır. Bu dönemden başlayarak, (Geçiş Dönemi’ni de içine alan) 1953 yılına kadar geçen dönem içinde toplam 33 filmde yönetmenlik yapan Muhsin Ertuğrul’un ilk sesli sinema örneği 1931 yılında çekilen “İstanbul Sokaklarında” dır. Türk – Yunan – Mısır ortak yapımı ilk film olan bu filmin Türk yapımcısı İpek Film’dir (İpekçi Kardeşler). Bu filmin seslendirilmesi de Paris’te Epinay Film Stüdyosu’nda gerçekleştirilmiştir.1939 yılından itibaren II. Dünya Savaşı boyunca, artık Avrupa’dan film gelmez olmuştu. Ancak Mısır yoluyla filmler getirilmeye başlanmıştı. Tabi bu sayede Mısır kendi filmlerini de Türkiye’ye geniş çapta pazarlamaya başlamıştı. Bunların çoğu şarkılı-türkülü meledramlardı. Yurdumuzda Sadettin Kaynak’ın besteleri ve Münir Nurettn Selçuk ile Müzeyyen Senar’ın sesleriyle Türk müzikli ve Türkçe dublajlı olarak gösterilen bu filmler çok iyi iş yapıyordu.Gişe hasılatının çok iyi olduğunu gören Muhsin Ertuğrul’da bunun üzerine müzikli bir melodaram olan “Allahın Cenneti” adlı bir film çekti. Film başarılı olamadı. Aynı yıl bir Fransız vodvilinden uyarlanan “Tosun Paşa” da başarısızlıktan nasibini aldı.TÜRK SİNEMASINDA GEÇİŞ DÖNEMİ1939-1952
Türk Sineması’nda Muhsin Ertuğrul’la başlayan Tiyatrocular Döneminin sineması, 1939 yılına geldiğimizde yerini, 1953 yılına kadar devam edecek olan “Geçiş Dönemi”ne bırakacaktır. Bu dönemde adını ilk kez duyuran yönetmenlerin çok az kısmı, 1952 den sonra yani Sinemacılar Dönemi’nde de çabalarını sürdüreceklerse de asıl yoğun çalıştıkları yıllar 1939-52 yılları arası olup, çalışmaları geçmiş senelerin sinema sayfalarında kalacaktır.II.Dünya Savaşı’nın en karanlık günlerine denk gelen “Geçiş Dönemi”nde, Avrupa’da sinema tahsili ve staj yapmak üzere gitmiş olan bazı gençler yurda döndüklerinde, yönetmenliğe başlayarak Türk Sineması’na yeni bir soluk getirdiler. Bunlara yurtiçinden de yeni genç yetenekler eklenince, kaliteli ve seyircisi olan bir sinema oluştu.Bunlardan Faruk Kenç, Almanya’da fotoğrafçılık okulunu bitirdikten sonra, Halil Kamil Film Stüdyosu adına “Taş Parçası” isimli filme imzasını attı. Filmde tiyatro dışından oyunculara rol verilmesi yeni bir mizansen anlayışının devreye sokulması ve ilk kez üçboyutlu dekorların kuulanılması açısından film büyük bir önem taşıyordu. Sinema yaşantısı boyunca 26 fiilm çeken Faruk Kenç, bu filmlerinde kendine özgü uslubu ve hareketli kurgu anlayışıyla (3) belirgin bir sinema kışılığı sergiliyordu.1926 yılında gittiği Fransa’da mühendislik tahsilini tamaladıktan sonra, fotoğfçılığa ve sinemaya merak salan Baha Gelenbevi Ses Film Stüdyosu adına ilk çevirdiği film “Deniz Kızı” oldu. Melodrama ağırlık vererek çektiği 9 filmle, yönetmenlik yaşantısını bitirdi.Yönetmen olarak 15 film çeken Şadan Kamil’de Faruk Kenç gibi fotoğrafçılık okulunu bitirip, Ses mühendisliği için Londra’ya gitti. Almanya, Fransa ve İngiltere’de bulunan film stüdyolarında incelemelerde bulundu. Yurda dönüşünde Halil Kamil (Ha-Ka Film) Stüdyosunu Adil Köknar’dan devralan ( ) Şadan Kamil 1943 yılında “Onüç Kahraman” filmiyle yönetmenliğe başladı.Varlıklı bir ailenin çocuğu olan ve geçiş döneminin 17 filmine damgasını vuran başarılı yönetmenlerinden Turgut Demirağ, 1939 yılında Amerika’da okuduğu tarım mühendisliğinden vaz geçip, sinema tahsili yaptı. 1943 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde lisansüstü öğrenim sertifikası alıp ve çeşitli stüdyolarda birkaç yıl daha çalışmalar yaptıktan sonra yurda döndü.Babasının adının baş harflerini taşıyan ABD ( ) film şirketini 1945’de kurdu ve bir köye sığınan ilkokul öğretmenin öyküsünü anlatan “Bir Dağ Masalı” nı filme çekti. Demirağ’ın bu dönemde çektiği filmleri güldürü ve melodram karışımı filmlerdi. • Dış ülkelerde konusunda eğitim almayan Şakir Sırmalı 1945 yılında kurduğu “Sema Film” adına sadece 3 fillme imza atmış olup, bu dönemin yönetmeni olarak pek başarılı olamamıştır.1940’lı yıllarda şair olarak tanınmış olan Aydın Arakon, aynı zamanda senaryocu olarak sinemaya adım atmıştı. Sanat açısından pek fazla iyi olmayan ancak yaptığı işler açısından başarılı olan 28 filmde yönetmenlik yapmıştır. Atlas Film adına 1951 yılında çektiği “İstanbul’un Fethi” sinemamızın bir dönüm noktası oldu. Tarihsel filmler çığırının birden bire hızlanmasına yol açtı.Edebiyat dünyasının başarılı edbiyatçılarından olan Orhon Murat Arıburnu, geçiş dönemi yönetmenlerinin en tutarlılarından biri olarak göze çarpmaktadır. Şiirlerinde olduğu gibi sinemada da ”sanat eserlerini geniş halk topluluklarına tanıtma duygusu” ile yola çıkmıştır. İşte bu amaçla 1950 yılında sinemayı seçtikten sonra, Duru Film adına “Yüzbaşı Tahsin”i çekti. Senaryosunu yazıp başrolü de kendi oynayan Arıburnu’nun bu filmi dönemin Kurtuluş Savaşı üzerine yapılmış en mükemmel filmlerinden bir sayılmıştır.Türk snemasının geçiş döneminde tiyatro dışı yönetmenlerinin yanı sıra, tiyatro kökenli yönetmenlerin de faaliyetleri devam ede gelmişti. Bu dönemde yönetmenlik yapanların çoğu Muhsin Ertuğrul’la birlikte sinema veya tiyatroda beraber çalıştıklarından, “Muhsin Ertuğrul Okulu” nun öğrencileri oldukları söylenebilir.Bunlardan sırasıyla sayabileceğimiz yönetmenler; Ferdi Tayfur, daha ziyade dublaj sanatında gösterdiği başarı ile ün yapmıştır. Talat Artemel’in “Hürriyet Apartmanı” filmi en düzgün, üzerinde titizlikle çalıştığı bir filmdi. Talat Artemel, Cahide Sonku, Sami Ayanoğlu’nun 1951 yılında birlikte çektiği, “Vatan ve Namık Kemal” pek başarılı olamadı. Suavi Tedü’nün şehir tiyatrolarının bir çok oyuncularından yaralanarak çektiği filmleri; dekor, oyunculu, çekim ve kurgu bakımından sinema olamamış birer yapım olarak ortaya çıktı. Muhsin Ertuğrul’un filmlerinde dekorcu olarak kendisini gösteren Vedat Ar, pek de başarılı sayılmayan 2 filme imzasını atmış bir yönetmendir. Tiyatrocular içinde en önemli yönetmen Kani Kıpçak’tır. Dublaj rejisörlüğü sırasında sinemayı öğrenen Kani Kıpçak’ın çevirdiği filmler, sinema duygusu üstün bir sanatçının varlığını kanıtlar. Münir Hayri Egeli, sinemave heykeltıraşlık gibi sanatlara da gönül vermiş, Fransa’da eğitim görmüş, Almanya’da tiyatro üzerine çalışmalar yapmış ve senaryocu olarak sinemaya adım attıktan sonra 1951-54 yılları arasında tariksel filmler yapmıştır. Diğer bir tiyatro kökenli yönetmen Şinasi Özonuk’tur. Çeşitli tiyatrolarda oynadıktan sonra dublaj rejisörlüğünden sinemaya geçen Özonuk, melodram ve macera filmlerine ağırlık vermiştir.TÜRK SİNEMASINDA SİNEMACILAR DÖNEMİ1953-1963
Başlangıçta Muhsin Ertuğrul ile başlayan ve devam eden film çalışmaları tiyatrocular döneminden sonra. geçiş dönemi içerisinde de devam etmiştir. Ancak 1952 yılına gelindiğinde Ertuğrul, Küçük Sahne ve Devlet Tiyatroları sanatçılarının rol aldığı “Halıcı Kız” filminin seyirci tarafından beğenilmemesi ve oyuncuların başarısız oyunları film için tam bir fiyasko oldu. Aynı zamanda bu film Muhsin Ertuğrul’un da Türk Sinemasında sonu olmuştur.Geçiş dönemi ile birlikte gelişen Türk Sineması’nda artık sinemacılar dönemi de Lütfi Ömer Akad ile başlamış oluyordu. Öğrenimini Sain Jeanne d’Arc Fransız Okulu’nda ve Galatasaray Lisesi’nin ilk bölümünde tamamlamış daha sonra Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirmişti. Erman Film Şirketi’nde muhasebe müdürü olarak çalıştığı bir sırada, 1948’de Seyfi Havaeri’nin yönettiği “Damga” filminin yarım kalan nikah sahnelerini çekti. Bir sene sonra yönettiği “Vurun Kahpeye” filmi büyük bir takdir topladı. Bunun hemen ardından “Kanun Namına” filmiyle daha ilk yıllarda başarısını perçinledi.Dönemin en ilgi çekici isimlerinden biri de Metin Erksan’dır. İstanbul Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nü bitiren Erksan, öğrenimi sırasında sinema ile ilgilenmeye başlamış ve çeşitli yayın organlarında yazılar yazmaya başlamıştı. Atlas Film Şirketi adına “Binnaz” filminin senaryosunu yazarak sinema dünyasına adımını attı. Bir müddet ağabeyi Çetin Karamanbey’in asistanlığını yaptı ve sonra 1952’de ilk filmi olan “Aşık Veysel’in Hayatı” filmiyle yönetmenliğe başladı.Genç Türk Sineması’nın öncülerinden olan ve daima kendini yenileyen önemli yönetmenlerden biri olan Atıf Yılmaz Batıbeki, İstanbul Hukuk Fakültesi ve Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam ettikten sonra 1950 yılında Semih Evin’e asistanlık yaptı ve 1952 yılında da “Kanlı Feryat” ile ilk filmini çekti. Çoğu roman uyarlamaları ve melodrama ağırlık verdiği filmlerin içinde “Hıçkırık”, “Kadın Severse”, “Gelinin Muradı”, “Kumpanya”, “Alageyik” gibi filmler yer almaktadır.Kemal Film’in kurucularından Kemal Seden’in oğlu olan Osman Fafir Seden, Saint Geoge Lisesi’ni ve İstanbul Hukuk Fakültedi’ni bitirip amcası ve babasının yanında çalışarak sinemacılığı öğrenmeye başladı. Babasının ölümünden on yıl sonra amcası Şakir Seden’i ikna ederek yapımcılığa başladı. Osman F. Seden’in en büyük destekçisi Lütfi Akad olmuştur. Ancak Akad’ın Kemal Film’den ayrılmasıyla, boş kalan yönetmenlik koltuğuna Osman F.Seden oturmuş ve Amerşkan filmlerinin etkisini katarak film çekmeye başlamıştır.1820’de doğan Memduh Ün Tıp öğrenimini yarım bırakarak spora ve sinemaya önem vermeye başladı. 1946 yılında çekilen “Damga” filmiyle oyuculuğa başlayan Ün, 1954’te “Yetim Yavrular” filmiyle yönetmenliğe başladı.Lise tahsilinden sonra bir kurumda elektronik cihazların onarım işleriyle uğraşan ve sonra sinemaya merak saran Nevzat Pesen 1958 yılında “Kızımın Başına Gelenler” isimli komedi filmiyle yönetmenlğe başlamıs ve 1973 yılına kadar süren meslek yaşamının 15 senesi içinde yapımcı ve yönetmen olarak 60 kadar filme imza atmıştır. Çevirdiği filmlerden en önemlileri, başta “Samanyolu” olmak üzere, “Ahtopotun Kolları”, “Kötü Tohum” , “Meyhanenin Gülü”, Karanfilli Kadın” dır.1954 yılında “Üçüncü Kat Cinayeti” filmi ile yönetmenliğe başlayan Orhan Elmas Güzel Sanatlar Akademisini bitirdi. Sinemayı meslek olarak seçmeden önce ressamlık, boksörlük, yağlıboyacılık, gazetecilik yapan Elmas, Muammer Karaca, Avni Dilligil, Ses tiyatrolarında ve Küçük Sahne’de oyunculuk yaptı. Sinemada en büyük başarıyı, “Kanlı Firar” ile sağladı Filmleri hatırı sayılır mükemmellikte olup ticari açıdan da başarı sağlamıştır.Sinemacılar döneminin ilk on yılında kendisinden söz ettiren yönetmenlerden biri Ertem Göreç olmuştur. Orhan Atadeniz’in yanında kurgucu olarak on yıl kadar çalışmış bu arada da Orhon Murat Arıburnu, Atıf Yılmaz ve Memduh Ün’e asistanlık yapmış bazı filmlerde de kameraman yardımcılığı yapmış, senaryo yazılımlarına katılmıştır. Seksene yakın filme emek sarfetmiş olan yönetmen, gerek çekim, gerekse kurgu bakımından hiçbir zaman belli bir seviyenin altına düşmemiştir.YENİ TÜRK SİNEMASI
Sinemacılar dönemini takibeden 1960’lı yıllardan sonra sinemada sansürlü yıllar da başlamış, sansür kurullarının aldığı kararlara uymayanlar hakkında çeşitli para ve hapis cezaları verilmekteydi. Ancak çoğu zaman mahkemelerin pek seyrek açılan davalar hakkında delil yetersizliği nedeniyle berarat kararı vermeleri ya da sırf para cezalarına itibar etmeleri dolayısıyla cezaların zayıflığı bütünüyle belirginleştiğinden, bu özgürlük karşısında arabesk melodramların çekilmesine yol açtı. Diğer taraftan 1968’de ortaya çıkan televizyonun sarstığı sinema, piyasanın çiçine düştüğü krizden kendisini kurtaramadı. Kendini kurtarmaya çabalayan birçok yapımcı firmalar seks filmlerinin üretilmesi yönüne gitti. Artık sinemamızda yeni bir sektör oluşmuştu.Ancak bu yozlaşma dışında sinemamızın bu dönemde önemli bir kazancı olmuş, gerçek sinemacılar yurt sorunlarına ve Türk insanının gerçek yaşamına değinen senaryolardan yola çıkarak tutarlı eserler ortaya koymaya başlamışlardır. Bir bakıma çoğunluğu “Türk Yeni Gerçekçiliği” diyebileceğimiz bir akıma da yol açan bu filmlerin ortaya çıkmasında, Lütfi Ömer Akad’ın Orman Bakanlığı adına yapmış olduğu belgeselin büyük etkisi olmuştur.Bu dönemde” Yeni Gerçekçilik” akımıyla birlikte “Ulusal Sinema” ve “Milli Sinema” akımları ortaya çıktı. “Ulusal Sinema” ile Anadolu insanının kültürünün oluşturduğu tavrını; “Milli Sinema” ile Orta Asya’dan göçten itibaren Türk insanının İslam-Türk Kültürü içindeki kişiliğini ve Batılalaşmanın toplumumuzu yozlaştırdığı görüşü savunulmaktadır.Yeşilçam’da usta-çırak ilişkileri içinde gelişen öğrenim sürecine karşın; İstanbul, İzmir ve Ankara’daki, daha sonra da Eskişehir’deki Gazetecilik Okulları, Güzel Sanatlar ve İle İletişim Fakülteleri’nde sinema öğrenimi ile ilgili dersler konulması ya da bölümler açılması da, özellikle 70’li ve 80’li yıllarda sinemamızda bu kurumların yetiştirdiği öğrencilerin de katkıda bulunduğu “Genç Kuşak”m ortaya çıkmasma neden oldu. İşte bu dönem içnde yeralan yönetmenlerimizi üç bölümde toplamamız mümkündür. Sırasıyla; “Eski Kuşak”, “Orta Kuşak” ve “Yeni Kuşak” sinemacıları. Bu kuşaklarda yer alan yönetmenlerimizi; filmografyalarına ve biyografilerine yer vermeden sadece isim olarak hatırlamakta fayda var. Eski Kuşak Yönetmenleri: Lütfi Ömer Akad (1916), Metin Erksan (1929), Atıf Yılmaz Batıbeki (1926), Osman Fahir Seden (1925–1998), Memduh Ün (1920), Nevzat Pesen (1924–1973), Orhan Elmas (1927–2002), Ertem Göreç (1931),
Orta Kuşak Yönetmenleri: Yılmaz Güney (1931–1984), Halit Refiğ (1934), Duygu Sağıroğlu (1932), Süreyya Duru (1930-1988), Vedat Türkali (1919), Şerif Gören (1944), Zeki Ökten (1941), Feyzi Tuna (1939), Yücel Çakmaklı (1937), Bilge Olgaç (1940-1994), Kartal Tibet (1939), Ertem Eğilmez (1929-1989), Erdoğan Tokatlı (1940), Orhan Aksoy (1929-2000), Melih Gülgen (1946), Ülkü Erakalın (1934), Hulki Saner (1921), Yılmaz Duru (1933), Safa Önal (1931), Yücel Uçanoğlu (1934), Mehmet Dinler (1928), Osman Nuri Ergün (1928), Natuk Baytan (1925-1986), Yılmaz Atadeniz (1932), Orhan Atadeniz (1920-1953), Aram Gülyüz (1931), A. Remzi Jöntürk (1936-1987), Türker İnanoğlu (1936), Sırrı Gültekin (1924), Semih Evin (1920-1987), Nazmi Özer (1938), Yavuz Yalınkılıç (1930),
Yeni Kuşak Yönetmenleri: Ömer Kavur (1944-2005), Erden Kıral (1942), Yavuz Özkan (1942), Ali Habip Özgentürk (1947), Tunç Okan (1942), Korhan Yurtsever (1947), Derviş Zaim (1964), Ömer Vargı (1953), Tunç Başaran (1938), İrfan Tözüm (1951), Şahin Kaygun (1951-1992), Yavuz Turgul (1946), Başar Sabuncu (1943), Sinan Çetin (1953), Zülfü Livaneli (1946), Muammer Özer (1945), Orhan Oğuz (1948), Temel Gürsu (1945),Ümit Efekan (1949), Şahin Gök (1952),Yaşar Seriner (1944), Kaya Ererez (1945), Yavuz Figenli (1936), Aykut Düz (1948), Ümit Elçi (1948), Fikret Uçak (1933-2003), Eser Zorlu (1955-2000), Artun Yeres (1944), Faruk Turgut (1960), Samim Utku (1950), Arda Uskan (1947), İsmail Güneş (1961)
Üç bölüme ayırdığımız yönetmen grubuna bir de Oyunculuk Yapan Yönetmenleri eklemekte fayda var. Bunlar sırasıyla;Kartal Tibet (1939), Türkan Şoray (1945), Cüneyt Arkın (1937), Kadir İnanır (1949), İhsan Yüce (1930), Zeki Alaysa (1943, Müjdat Gezen (1943), İlyas Salman (1954), İbrahim Tatlıses (1952), Ferdi Tayfur (1945), Tuncel Kurtiz (1936),Sinemamızın başlangıcında bu güne kadar gelişinde gösterdiği gelişmeleri ve bu gelişmelere katkısı olan yönetmenlerimizi tanıdıktan sonra, bir de KİTLE KÜLTÜRÜNE HİZMET eden yönetmenlerimize kısa bir göz atmakta fayda var.Kitle kültürüne hizmet diyince hemen akla gelen sinema türleri, tarihi filmler, salon filmleri, komedi ve arabesk filmleridir. Ancak bunun yanı sıra bir tür daha vardır ki bu da 1975 yılından başlayarak kısa bir dönem de olsa yaygınlaşan “Seks-Komedi” filmleridir. Aslında seksin yaşamın bir parçası olarak sinemada da yer alması çok doğaldır ancak bayağılıkla ve araya parçalar halinde porno filmler sokuşturularak seyirciye bu filmleri sunmak ne yazık ki yetişmekte olan gençler üzerinde kötü etkiler yapmıştır.Tarihi konuları içeren filmler arasında ilk filmler, Muhsin Ertuğrul ve Geçiş Dönemi yönetmenleri tarafından çekilmiş olup sonraki yıllarda bu film yönetmenlerine Memduh Ün, A. Remzi Jöntürk, Çetin İnanç, Yılmaz Atadeniz ve Cüneyt Arkın eklenmiştir. Tabi bu arada yönettikleri bir-iki filmle sinemamızın tarihi filmler bölümünde yer alan Nusret Eraslan, Orhan Aksoy ve Duygu Sağıroğlu’nu da eklemek gerekir.Salon filmleri deyince, toplumun farklı kesimleri arasında oluşan yoksul-zengin yaşantısı, genç kız ve genç erkek arasında oluşan çarpıklılklar, aşklar, bunların kötü kalpli babaları veya sonradan görme anneleri ve buna benzer dramatik konuların ele alındığı ve halk tarafından çok tutulan, sinema salonlarından gözleri yaşlı çıkan halkın ailece beğenisini alan filmler akla gelmektedir. Bu tür filmlerin yapımında büyük başarı sağlayan yönetmenler arasında sayabileceğimiz başlıca isimler; Muzaffer Arslan, Mehmet Dinler, Orhan Aksoy, Nejat Saydam, Ülkü Erakalın, Melih Gülgen, Türker İnanoğlu, Ümit Efekan, Temel Gürsu ve Safa Önal’dır.1960’lı yılların ilk yarısından itibaren Gerek dram ve gerekse komedi alanında Türk sinemasında yeniyeni adımlar atılmaya başlandı. Hemen hemen her yönetmen komedi filmlerini denedi. Bunda başarılı olan da oldu olmayan da, büyük gişe hasılatı yapan da oldu. Hulki Saner Amerikan salon komedileri türündeki adaptasyonların yanı sıra, tutulmuş beğeni kazanmış oyunları sinemaya aktardı.1960’lı yıllar iki komedi tipini örnek aldı. Öztürk Serengil’li “Abidik Gubidik”, “Adana’lı Tayfur” gibi komedi filmleri Aram Gülyüz tarafından bol argolu, küfürlü bir seri film olarak sürdürüldü. Ardından Sadri Alışık, Hulki Saner’in filmlerinde “Turist Ömer” tiplemesiyle çeşitli maceralarda karşımıza çıktı. Ancak komedi sanatına çok büyük katkıları olduğu söylenemeyen komedi türündeki filmlerin çoğalması 70’li yıllarla birlikte oldu. Muzaffer Arslan, Türker İnanoğlu, Orhan Aksoy, Osman F. Seden bu dalda bazı denemeler yaptı. Haldun Taner’in kurduğu “Devekuşu Kabare “Tiyatrosu” kadrosunda yer alan Zeki Alaysa,Metin Akpınar ve Kemal Sunal, sinemaya geçtiklerinde büyük başarılar elde ettiler.1964 yılında “Fatoş’un Fendi Tayfur’u Yendi” filmiyle yönetmenliğe başlayan Ertem Eğilmez, komedi filmlerinde en başarılı olan yönetmenlerimizdendir. Filmlerinde zengin bir oyuncu kadrosuna yer vermiş olup küçük rollerde star oyunculara, büyük roller ise karakter oyuncularına ve komedyenlere verilmiştir. 25 senelik sanat yaşamında 44 başarılı filme imza atmış ancak bunların içinde “Hababam Sınıfı” serisinden filmlerle belleklerde ve sinema tarihi içinde yerini almıştır. Eğilmez’den sonra komedi filmlerinde yerleri doldurulamayacak diğer yönetmenler ise; başta Atıf Yılmaz olmak üzere, Ergin Orbey, Zeki Ökten, Kartal Tibet, Zeki Alasya’dır.1971 yılında Lütfi Ömer Akad’ın Orhan Gencebay’la yaptığı arabesk melodramın büyük bir seyirci kitlesi bulmasıyla giderek artan filmler, 1980’li yılarda doruğa ulaşıyordu. Artık arabesk filmler, melodram ve komedi filmleri kadar ilgi çekmeğe başlamış ve özellikle Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve Müslim Gürses gibi arabesk sanatçıların müzikleri; dolmuş şoförlerini, gecekondu kesimini, işsizleri tümüyle etkisi altına almıştı. Ancak bu sanatçılarla çekilen arabesk filmlerde; Osman F. Seden, Temel Gürsu, Orhan Elmas, Natuk Baytan gibi yönetmenler evde kalmış kızları ve avare gariban takımını ağlatmakla yetinmiştir.Ve…SONUÇ OLARAK
14 Kasım 1914 yılında başladığı kabul edilen sinemamız, 2006 yılının aynı tarihinde 92 senesini doldurmuş bulunmakta. Sinemamızın içinde bulunduğu durum, ekonomik koşullar, filmlerimizin aldığı ödüller, bu filmlerde rol alan oyuncu kadroları, film ile ilgili eleştiriler çeşitli sinema yazarlarımız ve sinema tarihçilerimiz tarafından çok detaylı bir biçimde ele alınmıştır. Ancak sinema severlerimizin ilgisini çeken bir filmi ve onun yönetmenini ve filmin hangi yılda çekildiğini gösteren bir araştırmanın kitap haline getirilmediğini gördüm. Pek tabidir ki bu filmlere ait bir kitap, Sayın Agah Özgüç tarafından 4 ciltlik “Türk Filmleri Sözlüğü” adı altında geniş kapsamlı basılmıştır. Burada yer alan filmlerin eksikliğini, bazı filmlerin çekim tarihlerinde yanlışlıkların olduğunu ve hatta çift isimli filmlerin, tekrar çekilmiş gibi bir başka senenin içinde yer aldığını ve az da olsa film isimlerinde eksikliklerin olduğunu gördüm.Tüm bu kaynakların ışığı altında yapmış olduğum çok titiz çalışmalarımın ardından 92 yıllık süre içinde video ve erotik filmler de dahil olmak üzere 441 yönetmenin 6664 adet film çevirdiğini saptadım. Bunları alfabetik sıralamaya göre düzenleyip yönetmenlerini ve yapım yıllarını da yanlarına ekledim. Ancak yönetmen ve yapımcının adının bulunmadığı afişlerde yer alan film isimlerine bu çalışmamda yer vermedim. Bazı sinema afişlerinde film adı altında yönetmenin isimlerine rastlamamakla beraber, afişte yer almış olan yapımcı şirketin adına yer verdim. Çoğu filmler, çekildiği yıllardan sonraki yıllarda yapımcı tarafından bir başka isimle tekrar vizyona sokulmuş ve sanki yeni çevrilen bir film gibiymiş gibi seyirciye sunulmuştur. Bu filmleri büyük bir dikkatle inceleyip ayıkladım. Burada Televizyon filmlerine, TV dizilerine, kısa metrajlı filmlere ve Belgesel filmlere yer vermedim Bu çalışmamda en büyük kaynak, Sayın Agah Özgüç’ün yayınları ile Türker İnanoğlu’nun “5555 Afişle Türk Sineması” adı altında TÜRVAK tarafından çıkarılan Afişler kitabı olmuştur.Yaşamının 45 yılını Türk Sineması’na adamış ve bu konuda sayısız eserler vermiş olan Agah özgüç’ün; her araştırmacının, sinema öğrencisinin ve oyuncusunun ve hatta sinema ile uğraşan her kesimden insanın faydalanabileceği bu çalışmaları en büyük kaynağım olmuştur. Sayın Özgüç’e bundan önce yaptığı ve sonrasında yapacağı tüm çalışmaları için sonsuz saygılarımı iletmeyi bir borç bilirim.6664 Film listesinin uzun oluşu nedeniyle, film isimlerini, bölümler halinde burada yayınlayacağım. Bu nedenle gözünüzü serbestten ve sinemasever’den ayırmayın
(1) “Leblebici Horhor” adı altında çekilmeye başlayan film, başrol oyuncularında birinin ölümüyle yarım kalmıştır. Daha sonra aynı film 1923 yılında “Leblebici Horhor Ağa” adı altında 1923 ve 1934 yıllarında Muhsin Ertuğrul tarafından filme alınmıştır.(2) Görüntü yönetmeni Yorgo’nun kim olduğu böyle birinin olup olmadığı bugün bilinmez. Ayrıca bugun Pençe ve Casus filmleriyle ilgili hiçbir belgeye rastlanmamaktadır. (Agah Özgüç, Türk Filmleri Sözlüğü)(3) Prof. Dr. Alim Şerif Onaran “Türk Sineması”KAYNAK
Prof. Dr. Alim Şerif ONARAN “Türk Sineması (1.Cilt) Kitle Yayınları , II.Basım Şubat 1999 AnkaraProf. Dr. Alim Şerif ONARAN “Türk Sineması (2.Cilt) Kitle Yayınları , Mart 1995 AnkaraAgah ÖZGÜÇ “Türk Filmleri Sözlüğü 1914-1973” I. Cilt SESAM Yayınları Kasım 1998 – PeriyotReklamcılık ve Tic.Agah ÖZGÜÇ “Türk Filmleri Sözlüğü 1974-1990” II. Cilt SESAM Yayınları – Periyot Rek. ve Tic.Agah ÖZGÜÇ “Türk Filmleri Sözlüğü 1991-1996” III. Cilt SESAM Yayınları Eylül 1997–Tayf Bsm. Yayın San. Tic.Ltd.ŞtiAgah ÖZGÜÇ “Türk Filmleri Sözlüğü 1987-2002” IV. Cilt SESAM Yayınları Ağustos 2003–Tayf. Yayın San. Tic.Ltd.ŞtiAgah ÖZGÜÇ ”Afişlerle Türk Sineması” Mimeray Grafik Ürünler Basım A.Ş. Ağustos 2002-İst.Agah ÖZGÜÇ “Türk Film Yönetmenleri Sözlüğü” Agora Kitaplığı 2003 – İstanbulTürker İNANOĞLU “5555 Afişle Türk Sineması” TÜRVAK Yayınları Kasım 2004 – Kabalcı YayıneviTÜRK SİNEMASI Internet Sitesi “www.4×10.com”SİNEMATÜRK Internet Sitesi “www.sinematurk.com”IMDb (International Movie Databaise) Internet Sitesi www.imdb.comErler Film Türker İnanoğlu İnternet Sitesiwww.erlerfilm.com.trTURVAK Türker İnanoğlu Vakfı internet sitesi