Abdullah Gül’ün internet sitesinde yeni başbakanın hayat hikayesini okumak mümkün. Abdullgul.gen.tr’de yeralan ve gazetelerin araklayıp, Gül’ün hayatını derinlemesine araştırmış hesabı ‘İşte başbakanın çocuğukluğu-gençliği-ilkokul önlüğü-ilk aşkı” şeklinde başlıklarla verdiği “hayat hikayesi”nden benim anladığım, Gül’ün bir gün Kayseri’de bir seminere girdiği ve hayatının değiştiği şeklindedir: “Büyük Doğu Fikir Kulübünün davetlisi olarak Üstad, Kayseri’ye geldiğinde sıra arkadaşı Mehmet Tekelioğlu ile birlikte gittiği konferans, Abdullah Gül’ün düşünce hayatında bir dönüm noktası olur.”Flashback. 1970’ler. Kayseri. Bir masa. Masanın arkasında, kimine göre Türk şiirinin en büyük ustalarından biri, kimine göre bir deli. Masanın az ilerisinde de geleceğin başbakanı oturmaktadır. İyi mi.

Gül’ün, kendisi üzerinde çok büyük etkisi olduğunu söylediği şair Necip Fazıl Kısakürek’tir. Bir deli olabilir, orası beni ilgilendirmiyor, ama O, Türk şiirinin en büyük ustalarından biridir. Bin tane şey söylemek mümkün onun hakkında; başbakanın ilham kaynağı olan bu şairin, aynı zamanda radikal İslami akımlara ilham verdiği; ama bunun, Marx’ın hem Baader Meinhof’a hem Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne ilham vermesi kadar doğal bir şey olduğu, falan.. Ben sadece şairliği hakkında bi şey söylemek istiyorum.

Necip Fazıl’ın şiirlerini bi de şöyle okumak mümkündür: Onun şiirleri insanı tırsıtır, çünkü ölüm kokarlar:

“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.”

Şiirlerine hakim olan bütün o toplumsal temaları bir kenara atacak olursak, dizelere çöken kapkara karanlığın arkasında, Kısakürek’in unutamadığı bir şeyin varlığını buluruz; bir ölümü. O ölümü, ölüme giden o yüzü unutmanın hiç bir yolu yoktur:

“…
Sanma geçer bir gün bu karanlıklar,
Gecenin arkasında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi derin bir hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneceğim!…”

Ölümü kafaya bu kadar takmanın “delice” olduğunun O da farkındadır:

“Lodas rüzgarıdır bu, tımarhane kafesi;
Günahkar ölülerin, kezzap yüklü nefesi…”

Ama O, onu görmemezlikten gelenler ne derse desin, Türk şiirinin en yaratıcı ve en derin seslerinden biridir:

“Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette;
Alim ki hayreti yok, ne boş yere gayrette”