12.04.2008
…116 da yapıcaz acemiliği. Yani 28 gün boyunca burada eğitim görücez. Sonra da yemin töreniyle dağıtımımız yapılacak. Dağıtım da yine çanakkale il sınırları olacak(mış).116 da önce yatakhaneye yerleştirdiler bizi. Sonra etrafı tanıttılar. Kantinde levazımat satan eleman da kardeşimin devre arkadaşı çıktı. Yani eleman kardeşimi tanıyor. Şampuan, traş malzemeleri falan satın aldım. Çünkü yanımda zarf (askerlik şubesinden verilen), not defteri ve kalemden başka bir şey getirmemiştim. Kütüphanede biraz vakit geçirdim.İlgincime giden; burada herkes yeni gelenlere, yani bizlere hemen memleketini soruyor. Bu hemşehriciliği hiç sevmesem de artık memleketim Antalya deyip geçiyordum.İlk etrafı gezerken, yani 116 nın içini, kendimi cezaevinde gibi hissettim. Çünkü etrafta kamuflajlı ve eşofmanlı aynı tip kıyafetli insanlar yani askerler vardı.13. 04. 2008
Dün gece herkes erken yattı. Yani saat 21 gibi. Ben de 23’e doğru uzandım. Uyuyamadım. Yeni devrelerim geldi. Sonra uyumuşum. Sabah 6 gibi uyandım. Biraz dışarıda dolaştım, traş falan da oldum. Sonra yataklarımı topladım. Bu sırada diğer arkadaşlar da yavaş yavaş kalkmaya başladı. İşte bekliyoruz.Nerde kaldık?.. Kahvaltı yaptık. Sonra bahçede dizildik. Komutan geldi. Yani uzman çavuş. Bizim eğitim ve giysi ihtiyacımızın sabah karşılanacağını söyledi. Sonra dağıldık. Yani bugün de hiçbir şey yapmadık. Öğle yemeği ilginçti ama. Çorba (ne çorbası anlamadım), pırasa (sulu), köfte (sulu). Yani 3 tane sulu yemek. Çorba hariç diğerlerinden aldım. Tadı güzeldi yemeklerin. Başka bir şey yok. Ha bir de; kütüphaneden kitap aldım: “Korkuyu beklerken” (Oğuz Atay)Kitaptan özlü bir söz: yalnız yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten bir eğlenceleri vardır.16.04.2008 Çarşamba
İki gün hızlı geçti. Kısaca özetliyeyim; pazartesi günü çok erken kalktık. 5 gibi. Hiç koymadı bu bana, çünkü epey dinç kalktım. Yine kahvaltı, yine içtima sırası derken saat 7 falan oldu. Sonra saat 7:30 gibi bize dağılma komutut verdiler ama yakınlarda olmak şartıyla. 10 gibi yine toplandık ve sıra halinde yolun karşısına geçip alaya (“il merkez” imiş, sonradan öğrendim.) gittik. Orada bize kıyafetlerimizi dağıttılar. Askeri palto, kamuflaj, 2 yazlık çorap, 2 kışlık çorap, bot, 2 slip don, gecelik takım, eşofman takım, şort, 2 yeşil atlet, bir içlik yün don, bir içlik yün üstlük, valiz, spor ayakkabı, askeri kep. Sonra bazı eşyaları da bize parayla aldırdılar. Parayla dediysek burada paralarda çok komik ölçüde. Hemen hemen her şey yarı fiyatına, bazı şeyler daha da ucuz. Mesela; çay 10 kuruş, Sütlü çikolata 35 kuruş(tabi makine para üstü verirse), poğaça 20 kuruş.Ne aldık? Palaska, düdük, düdük ipi, dikiş seti, ayakkabı boyası, temiz ve kirli eşya torbası, nefte (kırmızı sağ tarafı gösterecek.) hatırladıklarım bunlar. Tabii satın alınan eşyalar, eşya dağıtımından hemen sonra olmadı. Eşyalar dağıtıldıktan sonra bizi iki askeri binanın arasına aldılar, bizi dediysem 123 kişi. Sonra komutanlardan birisi (komutan dediysem; 4 tane uzman çavuş, bir tane astsubay). “ya biz şimdi bunları giydirelim” dedi. Yani burada işler böyle, “şimdi napalım, hadi şunu yapalım” gibi durumlar oluyor. Yani komutanlar da emin değil. Neyse. tam 123 kişiyi, o iki binanın arasında soyundurup, verilen eşyaları giydirdiler. Evet 123 kişi 123 metrekare yerde komutanların önünde, askeri binaların yanında, 25 metre ilerisi meskun mahalle olan yerde önce soyunduk. Sonra giyindik. Buradaki usta askerlerden birisi; “o kıyafeti giyince kendimi mal gibi hissettim” demişti. Bende ilk defa kendimi mal olmaya başladığımı hissettim. Hatta mal gibi hissetmenin ne demek olduğunu orada anladım. Bu hissi biraz anlatmaya çalışayım; mal gibi kontrol edilip de hiç zoruna gitmiyorsa mal olmaya başlıyorsun. Ama mal gibi hissetmek de mal olmaya direnmek manasına da geliyor. Gerçeği göz ardı edemeyiz. Offf! Bunları yazarken biraz canım sıkıldı. Neyse işte orada giyindik.Şunu da anlatmadan geçemiyecem: giyindiğimiz yere 25 metre mesafede ev vardı, o gün hiçbir ses, soluk duymamıştım o evden.fakat dün orada eğitim görürken bağıra çağıra 5-7 yaşlarında bir çocuğun balkona elinde bir tabakla çıktığını gördüm. Hemen aklıma dün orada giyindik gerçeği geldi. Ya çocuk o sırada pencerede bizi seyrettiyse? Buradaki rahatsızlığımın sebebi çocuğa çıplak(donla) görünmek değil. Çocuğun bizi çıplak görmesiydi.Çocukluğumuzdan beri hep böyle askerlik hikayeleriyle ve şehit cenazelerinde askeri seronomilerle büyüdük ve bu iki zıt durumun oluşturduğu ikilemlerle düşündük durduk. Şimdi o çocuk da böyle bir olaya birinci elden şahit olmanın verdiği durumla büyüyecek ve asker olacak. Belki onun için ülkemde askerlik en çok saygı duyulan ama en çok da korkulan bir olay haline gelmiştir.