Dünyanın dört bucağında bazı konular bitmez tükenmez bir hırsla tartışılıyor. Bu konular en çok da düzen ve bu düzenin ideolojileri hakkında.Bir ülke kaçıncı dünya ülkesi olursa olsun sömürü tablosunda yerini almak zorunda. Ya sömüren ya sömürülen tarafta. Toplumların içine itildiği bu sömürü yaşanırken toplum, oluşa gelmiş politik ideolojilerden Liberalizmden, Sosyalizmden, Bireysel Anarşizmden, Anarşist Komünizmden… etkilenmekte. Düşüncellerin üzerinde durduğu farklı toplum düzenlerine sorular yöneltirken de zıtlığa düşmeye başlamakta ve asıl sorun unutulmakta. Sorun: insan .En evvel sorulması gereken de insan gerçek bir düzen içersinde yaşayabilir mi ? Cevap basit. İnsan dediğimiz varlık dehşet adını verdiğimiz tabloların ressamı. Kendilerine yaptıkları saygısızlık kadar doğayı bitiren, aldığı kadar vermesini bilmeyen de yine insan. Dünya savaşlarında milyonlarca insanı heba etmeler, Hiroşimalar, Nagazakiler engizisyon mahkemelerinde tanrı adına karar verip insan yakmalar, bunların hangi birine eskide kaldı denebilir ki.Yıl 2008, Nükleer adını verdikleri santrallerin kustuklarını, sömürdükleri ülkelerin altına gömüp 293.000 yıl bu atıkların etkisini yitirmemesi. artık tarihte savaş sayfasının kapanması beklenirken silah sanayisinin hala atakta olması, insanların biraz uzakta hala çok büyük acılar çekmesi, en basit hastalıklarda ilaçsızlıktan hayatlarını yitirenler, vahşeti her gün izleyenler.Bunu insan insana yapmakta. Ya da gerçekten bu dünyada herkesin payına biraz ekmek biraz su düşmüyor !!!İnsanoğlunun olduğu hiçbir sistemde gerçek düzenin, huzurun sağlanmayacağı işte aşikar.Tepkisel bir söz oldu bu belki ama ne karamsar ne de çelişkili. Sadece durup düşünün! İnsanabu gördüğümüz tabloyu yaşatan kendisi değil mi? Bu vahşetin suçunu hangi canlıya atabiliriz ? Sorumlu arayıp, yanlış ideolojiler deyip kurtulabiliriz. İnsanların birbirinin sırtına basarak yükselmesine ortam hazırlayan ideolojilerdir. Ama gerçekçi olalım hiçbir fikir insansız ortaya çıkmamıştır. Fikirler, eylemler onları taşıyan insanlar oldukça ad alır.Bu sözlerden sonra bir sorun daha çıktı: Var olan düzen yanlış diye bu kötümser havada bırakmalı mıyız çarkları daha hızlı dönmeleri için? İlk başta kabul etmeliyiz

ideoloji dediklerimiz insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleridir


ve ideolojilerin kuracağı düzen, vereceği eğitim yine bizlerce hazırlanacak. O, bizler ki ruhumuz sömürüye birer köle. Köle ;çünkü insandır sömürüyü sömürü kılan, insandır sırta basıp yükselen, insandır başka insana paha biçen! Zihniyetimiz düzen yokken hep sömürüyü oluşturmaya ant içmiş gibi çalışmıştır. Başka türlü bu dehşet açıklanamaz!Feodal beylikler, büyük imparatorluklar ve tüm tarih sayfaları; hepsi kapitalist sömürünün etrafında dönmüş. İnsanlara farklı özgürlükler sunulmuş ama aslında tarihte sosyal adalet sağlanamamış, kendi kurallarımızı hukukumuzu yerine getirememiş, birey olma hakkını insanlara tanıyamamışız.İşin özü, var olanı betimlemek dışında dünya bir labirent değildir ve gelişim insan içindir. Ruhumuz gelişmeleri daima kötüye kullanmış bizi kirletmiş olsa da devrilebilir öğeleri görmeliyiz. İlk devrim de ideolojilerin idea kökenli olduğunu ve insanların belli ideolojilere ait olamayacağını, ideolojilerin insanlara ait olacağını kavramaktır. İnsan, kağıt kalem üstünde konuşulabilecek bir varlık değildir. Savaş stratejisi değil amaç adaletse, eşitlikse; kavramların ardından konuşmak yerine gerçek amacın insanlarla ulaşmak olacağı kavranmalıdır.Aksi takdirde İdeaların içinde bir süre sonra tutarsızlığa düşülür. Başka birinin fikirlerine onay vermekle, onu otomat kılmanın farkı bulunamaz. Düşünün Marx’tan önce doğmuş olsanız o zaman fikirlerinize ne diyecektiniz yine Marksist olabilecek miydiniz, kendinizi ne olarak lanse edecektiniz? Kimseye denemez ideolojilerini bırak diye ama insanların biraz da görmesi gerek; tutundukları ideolojileri kendisi anlatmadıkça onun olamaz. Kendi düşünce yollarından yürürken onların rastladığı her ne olursa olsun kişinin kendi eseri olmalı. Düzenlerle insanın yapısının değişeceğine bağlanmak yerine insan olmak var!