“Kişi bilmediğinin düşmanıdır”( hz.Ali)
Akıl lugatta mastar olarak, men etmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelir.Felsefeciler ve mantık alimleri aklı, “varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmayan fakat maddeye te’sir eden basit bir cevher, maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak kaziyelerde(önerme) bulunan ve kıyas yapabilen güç” demektir diye tarif etmişlerdir.Bknz: cevher, kaziye, kıyas
Akıl, insanı insan yapan, onu diğer mahlukattan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz kuvveti ve anlama melekesidir.Dinin tarifini yaparken “akıl sahiplerinin….” denilmekteydi.Yani Akıl kişinin üzerine ebedi saadet ve selameti veya ebedi azabı ve yokluğu mümkün kılan bir mefhum.
Bknz:Muhasar ilmihal, akil baliğ,İrade
Hadislerde ve Kuran-ı Kerimde akıl;kalb, fuad, elbab, keyyis gibi manalarda kullanılmıştır.Hadis-i Şerifte akıllı insana keyyis denilmiştir ve keyyis; nefsini kontrol altına alıp ölümden sonrası için hazırlanan kimsedir diye tarif edilmiştir.
Bknz:ibn mace zühd 31
Felasifenin akılla ilgili geniş izahatı hakkında bilgi edinmek isteyenler Aristo’nun De Anima adlı eserine bakabilirler.Yine Sokrat, Eflatun, İbn Sina, İbn Rüşd, Farabi, Kindi gibi ilim adamlarının aklın araz mı yoksa cevher mi olduğu ve daha bir çok hususdaki fikirlerine İskender Afrodisi’nin eserlerinde bulabilirsiniz.
Kelam alimlerine göre aklı ele alacak olursak; Kelam alimleride Felasife ( felsefeciler) gibi birbirinden farklı çeşitli tarifler yapmışlardır.Aklın cevher mi, araz mı olduğu hususunda ihtilaf emişlerdir.İslam Hukukçuları hukuki hükümlerin meşei olarak tek hakimin hz.Allah ve onun ilahi iradesi olduğuna ve bu manada aklın istiklali bulunmadığına ittifak etmişlerdir.“Hüküm ancak Allah’ındır; O hakkı anlatır ve hüküm verenlerin en hayırlısıdır”(Enam suresi 6/57)
Vasıl bin Ata, Cahız, Nazzam, Cubbai, Kadi abdülcebbar gibi mutezile alimleri farklılıklar olsada birbirine yakın görüşler belirtmişlerdir.Maverdi bu alimlerin görüşlerini özetleyerek şöyle der; Akıl, varlıkların hakikatini bilme ve iyi ile kötüyü ayırd etme gücüdür.
Mutezile’nin büyük çoğunluğu insanların nasslara muhtaç olduğunu kabul etmekle beraber aklı, mutlak bilgi kaynağı olarak görmüşlerdir.Ve ona daima nasslar karşısında hata yapmaz bir hakem rolü vermişlerdir.Mutezile bir şeyin güzel olup olmadığının akil ile anlaşılabileceğini ve şeriatın ise aklın anlayamadığı şeyleri izah edici olduğunu söylemişlerdir.Bu sebeple mutezile alimleri ehli sünnet alimleri tarafından tenkid edilmişlerdir.Mutezile ve bazı Caferiler insanın peygamberler ve ilahi kitaplar olmadan akıl ile Allah’ın iradesi olan hukuki hükümleri çıkarabileceğini söylemişlerdir.Bunların bu görüşleri Hz.Allah’ın yegane Şari ve hüküm koyucu vasfını tartışmalı hale getirir.Hatta bu fikrinden dolayı mutezile, Aklın iyi veya kötü gördüğü şeyi emretmek ve yasaklamanın Allah için vacip olduğunu söylerler.Bu görüş Ehl-i Sünnet ve bazı mutezile alimleri tarafından reddedilmiştir.Bknz: Kul Hz.Allah üzerine bir şeyi vacip kılabilir mi?
Ayrıca ayrıntılı bilgi için bknz: Fahreddin Razi, İmam Gazali, Amidi, Sadruşşeria, Husun- Kubuh
Şia kelamcılarının görüşleri de mutezile alimlerinin görüşlerine yakın olmakla birlikte onlar aklın en belirleyici özelliği olarak; “nazariyat”ı idrak etmesini zikretmişlerdir.Burada akıl önce kendi varlığını idrak etmeli sonra havassı selime ( beş duyu) ile nesneleri ve “iç duyular” ile de manaları kavrar.Allame Tabatabai de şia ekolünden gelen bir alimdir ve keşif ile kasdının iç duyular olması kuvvetle muhtemeldir.
Şia fırkasının çoğunluğu mutezile ile aynı görüşü paylaşır.Fakat Ahbariyye kolu nakle son derece bağlıdır. İsmailiyye kolu ise dini hakikatlerin akılla değil “imam”ın talimiyle öğrenilebileceğini söylerler.Bknz: nazariyat, Allame tabatabai tefsiri, şia ve imamet
Ehli sünnet alimlerine gelirsek; bu yolun büyükleri aklın; cisim, cevher veya araz olmayıp onun ruhi bir öz (lüb) olduğunu savunmuşlardır.
İmam Ebu Mansur Maturidi hz.leri kesin olarak bir tarif belirtmemekle birlikte Aklı, “aynı nitelikte olanları bir araya toplayan ve ayrı nitelikte olanları ayıran şey”diye vasıflamıştır.
Bknz: Kitabü’t Tevhid
Ehli sünnet kelamcıları arasında başlıca iki görüş vardır.Eşaira: Bir şeyin güzel olup olmadığının nasslarla anlaşılabileceğini aklın ise hitabı ilahiyi anlamak için mücerred bir alet olduğunu söylerler.
Eşariler hükümlerin kaynağının ilahi kitaplar, paygamberler ve müctehidlerin ictihadları oldukları görüşündedirler.Maturidiyye:Bir şeyin güzel olup olmadığının nasslarla anlaşılabileceğini ve aklın mücerred bir alet olmayıp, belki bazı meseleleri şeriat varid olmazdan önce veya şeriat varid olduktan sonra beyan için olduğunu söylerler.
Maturidiler, insana ait fiillerin bazı vasıflarının iyilik ve kötülüğü gerektirecek bir takım sonuçları vardır.Akıl, bu özellik ve sonuçlara dayanarak bir işin iyi veya kötü, güzel veya çirkin olmasına hükmedebilir.Fakat mükelleflere ait fiillerle ilgili ilahi hükümlerin bu fiillerdeki aklın kavradığı iyilik ve çirkinliğe bağlanmasını şart koşmazlar.Zira akıl ne kadar kamil olursa olsun hata edebilir.Bundan dolayı akıl hukuki hükümlere tek başına kaynak teşkil etmede yeterli olmayıp, peygamberlerin ve ilahi kitapların hukuki hukümlerine muhtaçtır.Binaenaleyh peygamberlerin şeriatı yani Hz.Allah’ın şeri hükümleri kendilerine ulaşmayan insanlar mutezileye göre her türlü fiillerinden sorumludurlar.Ehli sünnete göre ise mesul değillerdir.Ancak Maturidi uleması bu kişilerin Yalnızca Allah’ı bulmakla mükellef olduklarını söylemişlerdir.Bknz:imam-ı sabuni, Cürcani, Şehristani, Aklın mertebeleri, Kitap ve Peygamberlerin gelmesindeki hikmetler ve Hz.İbrahimin Kuran-ı kerimdeki kıssası.
Pezdevi’de ehli sünnet alimlerinin çoğunun, aklı;”nurani latif bir kuvvet” olarak tanımladığını söyler.İmam-ı Gazali, aklı; ”Zaruriyatı bilmek, tecrübe yoluyla bilgi edinmek ve insanın tabiatında olan bilgi edinme gücü” olarak tanımlamıştır.Sadedin-i Teftezani hz.leri, Şerhul Akaid isimli eserinde aklı; “Kuvvetün linnefsi bihe testeiddü lil ulumi vel idrakati” yani “ Nefis( kişinin kendisi) için bilme ve algılama fonksiyonu bulunan bir kuvvet” diye tarif etmiştir. Devamında, Akıl ile bil bedihi sabit olan ilim, ilm-i zaruriyi icab eder.Bir küllün cüzlerinden büyük olmasını bilmek gibi.Akıl ile bil istidlal sabit olan ilim ilm-i İktisabiyi icab eder.Bir yerde dumanı görmekle orada ateş olduğunu bilmek gibidir demişlerdir.
Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır ise ruhi bir güç kabul ettiği aklı; Madeni kalb ve ruhta şuai dimağda bulunan bir nur-i manevidir ki insan bununla mahsus olmayan şeyleri idrak eder der ve aklın eserden müessire yahut müessirden esere bir takım alakalar ve intikaller kurduğuna işaret eder.
Bu intikallerden birincisi; cüzden cüze intikaldir ki; buna temsil veya kıyas-ı fikhi denilir.
İkincisi; Cüzden külle intikaldir (Tümevarım) ki; buna istikra temsiye edilir.Kazayayı külliyeden ve Kavaidi fununun ekserisi bu yolla “keşf” edilegelmiştir.Bunda düşünmek ve tecrübenin ehemmiyeti büyüktür.
Üçüncüsü ise; külden cüze intikaldir (Tümdengelim) ki; buna mantık-i kıyas veya sadece kıyas denir ve ilimlerin fiili tatbikatı bununla yapılır.Bu ilim yollarının en kuvvetlisi budur.
Bknz: Hak Dini Kuran Dili
Burada bir takım ince fikirler hasıl olmaktadır ki şu an açıklamam münasip değildir.Şu kadarını söyleyelim; yukarıdaki izahatın Külliyat-ı hams, San’at-ı hamse( burhan, şiir, cedel, hitabet, mugalata), içtihad ve daha bir çok mesele ile alakası vardır.İmam-ı Gazali El-Mustafa ve El-İktisad fil itikad isimli eserlerinde aklı övmüştür.Ona göre; eğer akıl değersiz ve güvenilmez bir vasıta olsaydı onun sayesinde bilinen hususlarda değersiz ve güvenilmez olurdu.İmam-ı Gazali hz.leri aklı göze, nakli de güneş ışığına benzetir.Akıl olmayınca gözün, göz olmayınca da ışığın kafi gelmeyeceğini söyler.Elbette insan alemin sırlarını, yaratıcının varlığını bilmek ve nassları anlamak için akla muhtaçtır.Fakat akıl, naklin önüne geçemez.Çünkü akıl, bütün dini gerçekleri idrak etmek için yeterli değildir.Havassı Selime( beş duyu) nasıl sınırlı ise aklın idrak gücü ve sahası da sınırlıdır.Akıl, duyuların, eğitim-öğretim, ve kültürün etkisi altında kalacağı için iyinin kötü, doğrunun yanlış olduğuna hükmedebilir.Bütün bunlar aklın nakle muhtaç olduğuna delildir.Bknz: Maturidi, Pezdevi, esbab-ı ilim ve hz.İbrahimin Kuran’daki kıssası.
Ayrıca bazı ehl-i sünnet alimleri aklın, nakil bulunmadan bazı ahlak ve hukuk kaidelerinin güzellik ve çirkinliğini bilebileceğini söylemişlerdir.Bknz: Beyazizade, Husun ve Kubuh
Devrin en akıllısı peygamberlerdir.O halde onların şeriatına yapışmak lazımdırBknz: Fetanet, Peygamberlerin sıfatları
İmandan sonra en büyük nimet akıl kabul edilmiştir.Sufiler aklın gayb alemini ve ahiret hallerini anlamakta yetersiz olduğunu savunmuşlardır.Yine İmam-ı Gazali, “akıl bize duyuların verdiği her bilginin doğru olmadığını gösterir.Aklın üstünde başka bir gücün bulunması pekala mümkündür” demiştir.
Bknz: El münkız mineddalal, mişkatül envar, Gazali’nin ibn sina ve farabi hakkındaki düşünceleri.
Mevlana Celaleddin aklın gayb alemi hakkında verdiği bilgileri körün renkler ve sağırın sesler hakkındaki verdiği bilgilere benzetir ve aklın rehberliğini “çamura batmış merkep” ve “Mustafa’nın yolunda aklı kurban edin” gibi sözlerle anlatır. Burada bir takım incelikler ve sırlar vardır.Mevlana’nın bu sözünden aklı tamamen inkar etmek manasına anlayanlar sığ bir bakış açısına sahiplerdir ve aldanmışlardır.
Burada zikredilen aklın madde ve duyu alemini aşıp ezeli, ebedi, yüce hakikatlere dair hüküm veren nazari ve metafizik akıl olduğu vurgulanmıştır.“Herşeyi aklı sakimle çözmek isteyen kişi, Tahta ayak takmış kimselere benzer. Kısa aklına uydurmak ister her işi, Dün yaptığını, bugün bozmak ister.”(İmam-ı Rabbani)
Bknz: Aklın mertebeleri
Aklın yeri konusunda ihtilaflar vardır İmam-ı Azam Ebu Hanife hz.leri başta olmak üzere bazı alimler aklın yeri olarak beyni göstermişlerse de çoğu alim aklın mahalli olarak kalbi göstermişlerdir.Bknz:Fahreddin-i Razi ve Elmalılı merhumun yukarıdaki izahatı.
Bazı mutasavvıflara göre Miraç Gecesi Hz.Peygamberi Sidretül Müntehaya kadar götüren Cebrail(as) aklı, Oradan öteye götüren refref ise aşkı temsil eder.Bu sebeple aşk akıldan, aşıkta akıllıdan üstündür denilmiştir.
Bknz:Tasavvuf ve aşk, refref, Miraç
Kaynakça: Yazı için bir çok kaynak kullanıldıysa da genel olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinin çizdiği çizgi takip edildi.Bazı cümleler aynen aktarıldı bazıları ise yorumlanarak aktarıldı.Yukarıdaki bknz.lar ile kullanılan kaynaklar hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.Lakin mesele aslında çok uzun olduğu için olabildiğinde kısa anlatmaya çalıştım.Aslında zamanımın kısa olmasa belki çok daha özgün ve güzel bir çalışma olabilirdi.
Meseleyi irdelerken şunu fark ettim; Aklın hakim olup olmama meselesi Kelam konusunun bir meselesi olduğu kadar Usul-u Fıkıh konusunun da önemli bir parçası. O yüzden meseleye merakı olanlar Usul-u Fıkıh kitaplarınada bakma luzumunu hissedecekler.
Akıl ve İslam
suphi | 18 April 2007 10:24
akıl ali şeriati aristo aşk cahız cubbai eflatun ehli sünnet elmalılı muhammed hamdi yazır esbab ı ilim farabi felasife gazali hakim husun kubuh ibn sina ilim ilm i mantık vs. imam ı azam ebu hanife imam ı rabbani inb rüşd islam kadi abdülcebbar kalb kelam maturidi mutezile nazzam pezdevi şia tabatabai tasavvuf teftezani uncategorized usul u fıkıh vasıl bin ata
yorumlar
Akıl padişahı kafesi kırdı mı,kuşların her biri bir yöne uçar.Hz.Mevlana
Ali Şeriati‘nin bu günün insanını ve aklı anlattığı Dinler Tarihi kitabının dokuzuncu ders kısmında “akıl ve refah” başlıklı kısmı okumanızı şiddetle öneririm.Kitabın tamamını okumanızı ise tavsiye ederim.
Kusura bakmayin. Gercekten anlamakta zorlaniyorum.Bir arkadasimiz Turkce’ye cevirebilirmi acaba?
Aklı baliğ olmayan yani akıl sahibi olmayan, aklı ermeyen sorumluluklardan muaf tutuluyor. İmanı nimet olarak görmek için akıl lazım. O zaman akıl önce gelmez mi?
Soruya cevap; “…O zaman akıl imandan önce gelmez mi?”Gelmez.Şöyle ki; İmansız akıl’ın bir kıymeti yoktur.Akıl sahibi olmayan insanların ahirette ne olacakları tartışıla gelmiş bir meseledir.fakat İmam-ı rabbani hz.leri bu mesele hakkında bir tespiti vardır ve biz ona itibar ederiz.Ahirette hayvanların( İstisnası vardır) ve alık baliğ olmadan ölen insanların Toprak olacağı söylenir.Ve kafiler cehennemi gördüklerinde; ” Keşke biz de toprak olsaydık”( ayet) derler.Yani Mutlak olarak iman akıldan üstündür.Akıllı ve İmanlı insan.Akılsız insan.Akıllı ve İmansız insan..Çok kitap okumadım.Ne zaman bir kitap okusam ve ne zaman bir mesele hakkında bir şeyler araştırcam daha da cahilleştiğimi hissettim.İlmin büyüklüğü karşısında hayret ettim.İslam alimlerinin Kelam, Usulu fıkıh ve fıkıh hakkında yazdığı kitaplar karşısında insan ilim bakımından nasıl bir hiç olduğunu anlıyor.elbette İlmi olarak büyük gayri müslim İnsanlarda vardır.Bu sözünden onları hiç saydığımız fikri çıkmaz.Cemil Meriç ve Ali Şeriati.Bu insanlar batı’ya karşı bir isyan.Batı’ya karşı dogunun ve yani doğu düşüncesinin büyüklüğünü haykıran insanlar.Cemil Meriç’i okumaya başladığımda lisedeydim.O zamana kadar İmam-ı Gazalinin İhyasını tavaf ediyordum.Liseye giden bir çocuk ne kadar anlarsa o kadar anlıyordum.Sonra bir gün bir arkadaş “Bu Ülke”yi koltuğumun altına sıkıştırdı.Bir çırpıda okudum, sonra bir daha okudum.Sonra defalarca…Sanki benim bir şekilde mana olarak içimde olan karmaşık şeyler dile geliyordu.Evet diyordum, işte bu diyordum..Okumaya Cemil Meriç’le başlayan çocuk hem şanslıdır bana göre hem de şanssız..Niçinine girmeyeyim.Ali Şeriati daha çok yeni bir isim benim için.Ehli sünneti anlamaya çalışmıştır.Fakat anlayamamış ve korkmuştur.Kelam ve Mantık açısından onların dedikleri doğrudur demekle kalmıştır.Halifeye küfredenleri azarlamıştır.Fakat hala şiadir.Ne şiaya yaranabilmiş ne de diğerlerine.Düşünen adamın kaderi hep aynı…Bu gün ben de batı medeniyeti karşısında korkuyorum.Kendim için değil insanlık için. Bana okulda bu lanet çarkın nasıl büyük bir dişlisi olmam gerektiği öğretildi.Maksimum fayda nasıl elde ederiz onun yolları..Müşteri, fayda, kar, optimizasyon vs.vs..Kendini zihni bunalımların ortasında bulan batılı, kendisini hint’in kucağına atıyor.Yoga yapıyor.hint insanca.Batı ise madde. İslam bir rüya gibi doğuyor.Size islamı tanıtan kaynaklardan yoksun kalırsanız, yanlış ağızlardan tanıyorsunuz.Daha doğrusu tanıyamıyorsunuz ve tanımadığınız için düşman oluyorsunuz.İslamı sadece namaz abdest sanıyorsunuz.Halbuki namazı dahi tanıyamıyorsunuz.Namaz hakkında binlerce tefsir çıkıyor karşısınıza..2007’deyiz..Herkes boyut değiştiriyor.İslam alimleri Alemin yaratılmış ve bir sonunun olduğunu ispatlarken bir kıyasları da şu oluyor; Alem muhdestir, çünki alem ayan ve arazdan mürekkeptir.ayan ve arazda havadisattan hali değildir.Her havadisattan hali olmayan muhdestir.O halde alemde muhdestir”.Değişiyoruz.farkına varmadan değişiyoruz.Yani bizde havadisatttan hali değiliz.Mesele uzun ve benim zamanın yine müsait değil…
Allame Sadeddin-i Teftezani hz.lerinin Şerh’ul Akaid isimli eserinin Türkçe tercümesinin akıl ile alakalı kısmını buraya iktibas ediyorum.Eserin türkçe tercümesi elektronik ortama aktarılmış.İlgilenenler mesaj atabilirler.Ama akıl -bu dahi havâss ve haber-ı sadık gibi- husul-i ilme sebebtir.“Akıl, nefs için bir kuvvettir ki, nefs onunla ulum ve idrakâta kâdir olur. Akıl bir sıfat-ı azizedir ki, ona esbab ve âlâtın selameti halinde zaruriyâtı bilmeklik tâbi olur” diyenlerin kavliyle murad budur. Yine aklın tarifinde denildi ki, “akıl, gayibâtı vesait ile ve mahsüsâtı müşahede ile idrak eder bir cevherdir.”Musannıf “akıl dahi havâss ve haber-i sadık gibi ilme sebeptir” diyerek buracıkda da aklın husul-i ilme sebep olduğunu tasrih etmesi akıl, cemî nazariyâtta ve kesret-i ihtilaf ve tenakuz-i ârâya binaen cemî ilahiyatta ilme sebep olamaz deyu ehl-i hakka muhalefet eden Sümeniye ve bazı felasifeyi red içindir.(Cevab) Kesret-i ihtilaf ve tenakuz-ı ârâya binaen aklın ilahiyâtta ilmi müfid olmaması fesad-ı nazardan nâşîdir. Bu ise akıldan nazar-ı sahihin ilmi müfid olmasına münafi değildir.Hem de sizin zikr ettiğiniz -yani nazar-ı akıl kesret-i ihtilaftan dolayı ilahiyâtta ilmi müfid değildir- dediğiniz yok mu? İşte bu da nazar-ı akıl ile bir istidlaldir ki, bu kavlinizde nefy ettiğiniz şeyin isbatı vardır. Binaenaleyh kavliniz mütenakız olur.İmdi eğer zu‘m ederlerse ki, bazı felasifenin muhalefeti fasid için fasidle muarıza kabilindedir.Cevabında deriz ki; delil-i mezkur ya her ne ise bir şey ifade eder ki, ol halde ona fasid denilemez. (Binaenaleyh tenakuz sahih olur) Yahut hiçbir şey ifade etmez ki o surette dahi muaraza olamaz.(Şüphe-i uhra) Eğer denilirse ki; nazarın ilmi müfid olmaklığı zarurî olursa onda hilaf olamaz. “Bir ikinin yarısıdır” kavlimizin müttefekun aleyh olduğu gibi. Nazarî olursa ol halde de nazarın nazarla isbatı lazım gelir ki, bu da devr-i muhaldir.Cevabında deriz ki, bazen zarurîde vâki olan hilaf ya inad veyahut idrakte olan kusur içindir. Zira ukûlün bi-hasebi’l-fıtrat mütefavit olduğu ukala-yı Ehl-i sünnetin ittafakı ve zevi’l-ukûlden sadır olan âsârdan istidlal tariki ve ahbarın şehadeti ile sabittir.Nazarî dahi bazı kere bir nazar-ı mahsus ile sabit oluyor ki, bizim indimizde ona nazar tabir olunmaz. (Yani o nazar-ı mahsus efrad-ı nazardan bir ferd olduğu hatıra bile gelmez) Nitekim denilir ki “âlem mütegayyirdir ve her bir mütegayyir olan hâdistir” kavlimiz hudus-ı âleme bizzarure ilim ifade eder.Halbuki kavl-i mezkurumuzun ilmi müfid olmaklığı şu nazarın hususiyetiyle değildir. Belki nazarın sahih ve şeraitine makrun olmaklığıyladır.Bu surette şeraitine makrun olan her bir nazar-ı sahih ilmi müfid olur. İş bu lüzum-ı devrin men‘inin tahkikinde ziyade tafsil var ise de bu kitabı onunla imla etmek reva değildir.Akıl ile bi’l-bedahe sabit olan ilim, ilm-i zarurîdir.Bi’l-bedahe evvel teveccühle tefekküre muhtaç olmaksızın demektir.Her bir küll kendi eczasının birinden büyük olduğunu bilmek gibi.Zira küll ve cüz’ü ile büyüklük mânâsı düşündükten sonra küllün cüz’ünden büyük idüğünü bilmeklik artık bir şeye tevakkuf etmez.Bedahet için îrad edilen misal-i mezkurda tevakkuf edip de mesela el gibi insanın cüzü bazen küllünden büyük olabilir diye zu‘m eden kimse küll ile cü’zün mânâsını tasavvur etmemiş olur.İstidlal ile sabit olan ilim dahi iktisabîdir.“İstidlal ile” delile nazarla demektir. Gerek illetten malüle istidlal tarikiyle olsun, geceleyin ateş görüp de ondan duman zuhur eylediğini istidlal eylemek gibi.Gerekse malülden illete istidlal tarikiyle olsun, bir mahalden tütün çıktığını görerek onda ateş bulunduğunu istidlal etmek gibi.Bazen evvelkisine (burhan-ı limmîye) ta‘lil ve ikincisine (burhan-ı innîye) istidlal ıtlak olunur.İktisabî, kesb ile hasıl olan ilimdir. Kesb dahi bi’l-ihtiyar esbaba mübaşeret yani havâss-ı hamse ile aklı istimal denektir. İstidlaliyâtta, ki bunlara nazariyât dahi denir, akıl ve nazarın mukaddemâtta, isgâ ve taklib ve hadeka ve emsalinin hissiyâtta sarf ve istimali gibi.İmdi iktisabî istidlalîden eâmmdır. Zira istidlalî odur ki, delile nazarla hasıl olur. Bu surette her istidlalî olan iktisabîdir. Aksi ise sahih değildir. Yani her iktisabî istidlalî değildir.İktisabî olup istidlalî olmayana misal kasd ve ihtiyar ile hasıl olan ibsar gibi. Ama zarurî bazen iktisabî mukabili ıtlak olunur da mahluk için tahsili makdur olmayan ilim ile tefsir olunur.Bazen istidlalî mukabili ıtlak olunur da delile fikir ve nazarsız hasıl olan ilim ile tefsir olunur.İşte zarurînin bazen iktisabî ve bazen istidlalî mukabili ıtlak olunduğundan nâşîdir ki, ulema-yı dinden bazısı havâss ile hasıl olan ilmi iktisabî ve bazısı zarurî kıldı. İktisabî bi’l-ihtiyar esbaba mübaşeretle ve zarurî istidlalsiz hasıl olandır. Bu surette fuhûl-i mütekellimînden Bidaye sahibi İmam Sâbûnî’nin kelamında tenakuz olmadığı zahir oldu.Müşarun ileyh demiş ki; “ilm-i hasıl-ı hâdis biri zarurî diğeri iktisabî olarak iki nev‘a münkasimdir.Zarurî, Allahü teala hazretlerinin nefs-i abidde abdin bir gûne kesb ve ihtiyarı olmaksızın ihdas ettiği ilimdir. Abdin kendi vücudunu ve ahvalinin tağyirini bilişi gibi.İktisabî, Allahü teala hazretlerinin vasıta-i kesb-i abd ile ihdas ettiği ilimdir. Abdin kesbi esbaba mübaşeretten ibarettir. Esbab-ı ilim dahi üçtür: 1- Havass-ı selime, 2- haber-i sadık, 3- nazar-ı akıl.Sonra yine der ki; nazar-ı akıldan hasıl olan ilim dahi biri zarurî ve diğeri istidlalî olarak iki nev‘a münkasimdir.Zarurî evvel nazarla fikirsiz olarak hasıl olur. Mesela küllün cüzden büyük olduğunu biliş gibi. İstidlalîde bir nev‘i tefekküre ihtiyaç var. Mesela tütün çıkan yerde ateş bulunduğunu bilmek gibi.Kaynak: Şerh’ul Akaid Tercimesi
Ali Seriati ile tanistirdigin ve verdigin kaynaklar icin tesekkurler Suphi, sen gercek bir centilmensin.Bu da sana:Chemical Brothers: BelieveI need to believe in something…