Size Afet’in hikayesini anlatacağım bugün.Afet bizim evin küçük yaramazı. Akşam yorgunluğuyla koltuğa oturup biraz dinlenmek istediğimde, evin sessizliğinde onun tıkırtıları gelir hemen kulağıma. Benim geldiğimi görmüş -belki de beni tanımıyor bile, herhangi biriyim onun gözünde- , kendi yalnızlığından kurtulmak için beni çağırmaya ya da benim yanıma gelmeye çabalıyor muhtemelen. Bense, onun bana varlığını hissettirme çabasına hayran öylece dinliyorum bu yaşam savaşındaki azimli yürüyüşü. Sonra yorgunluğumu bırakıp o koltuğa, Afet’in yanına doğru ilerliyorum çabucak. Nasıl heyecanlandığını, nasıl yerinde duramadığını görseniz şaşırırsınız. Eli kolu durmuyor, hani bıraksalar oracıktan kucağıma fırlayacak sanki. Boynunu uzatmış, o minicik gözleriyle gözlerimin tam içine bakıyor. Bu nasıl birşey anlamak mümkün değil!Afet küçük bir su kaplumbağası. Ama sanırsınız ki evde beslediğimiz köpeğimiz. “Afet, Afet…” diye seslediğimizde uzatıyor kafasını. El çırpıyoruz heyecanlanıyor. Yem yemesi ise ayrı alem. Parmaklarımın ucuyla tuttuğum o küçücük yemeğini gelip ellerimden yiyor. Eğer o yemi ısırır da ben bırakmazsam, bıraktırana kadar uğraşıyor. Elleriyle (ya da ayaklarıyla diyelim) ittirmeye çalışıyor parmaklarımı. En sonunda da başarıyor. İnsan o küçücük varlıktaki bu azmi görünce kendi hayatındaki birçok zayıflığı daha çabuk fark ediyor.O bizim küçük arkadaşımız. Bize muhtaç, bizimle mutlu…Büyüyüp koca kız olacak diye bekliyoruz, umutlu…