beynimiz dokunma duyusundan, kaslardan, eklemlerden ve bedenin genelinden çok fazla miktarda datayı alır ve işler. data çok fazla olduğu için aşırı yüklenmeye engel olmak için bazı sinyaller beynin daha alt bölgelerinde bilinçsizce işlenir. gelen sinyaller beklenmedik ya da yeni değillerse bilinç düzeyine çıkmazlar. örneğin soğuk susa yüzerken soğukluğa alıştıktan soğuğu hissetmemiz böylesi bi durum.her hareket beyinde başlar ve kaslar, eklemler hareket ettikten sonra beyine geribildirim sinyalleri gelir, hareket doğru yapıldı mı bir sorun var mı, bu enformasyonu taşır sinyaller. bu sinyallerin varlığı bir hareketi yapmayı öğrenirken görürülür en kolay. hareket kontrolü de böyle sağlanır.beyindeki bir çok şey gibi proprioceptionın varlığı ve ne işe yaradığı yokluğu ile anlaşılır. ian waterman da bu duyusunu kaybetmiş bir kişi, beyni bütün bedene sinyalleri yolluyor ama geribildirim alamıyor. duyusunu kaybettikten sonra yürümeyi öğrenebilmiş tek kişi aynı zamanda. bu hastalık için bedensiz zihin de deniyor, descartes’a gönderme yapılarak descartes’ disease olarak da adlandırılıyor.karısını şemsiye sanan adam romanında oliver sacks bu hastalıktan söz eder. burada da bütün dokunma duyusunu kaybeden bir kasabın hikayesi var.
yorumlar
oliver sacks’ın söz konusu romanının doğru adı “karısını şapka sanan adam”dır.:)
teşekkürler düzeltme için.