Greenpeace’in bayrak gemisi Rainbow Warrior Türkiye’ye geliyor!
redorack
11 yıl önce üye olmuş, 47 yazı yazmış. 539 yorum yazmış.
Taşınabilir telefon kulübesi
redorack | 06 July 2006 01:15
Telefon görüşmelerinin mahremiyeti için geliştirilmiş yeni yöntem…
Görüşmelerimizi mobil hale getirmenin ilerleme olduğunu düşünmeyi hata olarak gören varsa buyursun buradan yaksın.
Güçsüzü ‘atmaca’
redorack | 04 July 2006 04:59
Doğanın bozulmayan dengesi; güçsüzün terki.
Acıyası geliyor insanın. E bir de ‘ana kuzusu’ ise…
PS: Her canlının yavrusu güzel…
Yabancı El Sendromu
redorack | 03 July 2006 07:31
Bir uzvunuz size yabancılaşırsa… Ve bu uzvunuz sol eliniz olursa… Sizi öldürmeye kalkar, sağ elinizin yaptığı işe karışırsa… İçindeki kendinden korkanlara duyurulur. Epilepsi tedavisi arayışında, beynin iki lobunun iletişimini sağlayan corpus callosum’un kesilmesiyle ortaya çıkan ve ismi koyulan sendrom, sol el sendromu olarak da biliniyor. Ben bir bakayım geçeyim diyenler buraya, biraz ilgileneyim diyenler buraya, daha teknik birşeyler isteyenler buraya…
Umarım siz dememden rahatsız oluyorsunuzdur.
redorack | 29 June 2006 03:54
Maalesef, size verecek aşkım yok benim. ‘Sana’ diye hitap etmek isterdim ancak elimden gelmiyor samimiyet… Doğruyu telaffuz etmektense ipin üzerinde beceriksiz yürüyüşümle gidip gelmek, kaçmak; daha keyifli. Var olmanın, farklı cinsiyetler taşımamızın, her birimizin her birimizden bunca farkı varken bunca aynı olmamızın gereği bu. Kafesinize, parmaklıksız da olsa girmeyeceğim. Elbette, şeffaf kapıyı açıp davet etmemiş olsanız girerdim.
Seviyorum Tanrı’nız olmayı ancak sevmiyorum beni tanrılaştırmanızı. Umarım siz dememden rahatsız oluyorsunuzdur. Çünkü seviyorum rahatsız olmanızı. Yüzünüzdeki ‘sabah aydınlığını’ siz uzun süredir görmemişseniz de, ben onu hep yaşatıyorum. Ve seviyorum o aydınlıkları bir daha aydınlanmayacak alacakaranlığa çevirmeyi…
Beşiktaş-Taksim Arası Ata’m
redorack | 26 June 2006 03:43
Evet evet, eminim o olduğundan. Beşiktaş-Taksim dolmuşlarında onu gördüm! Sakin geçeceğini düşündüğüm, gayet sıradan bir günde, yapmam gerekenleri bitirmiş, işime dönerken ve rutin düşüncelerimle kafamı doldurduğumu zannederken fark ettim.
Adetim değildir dolmuşun içindekilere bakmak, pencere kenarında sakin sakin yolu seyrederken yere düşen çantamı almak üzere yere eğildim. Kalktığımda, gayrı ihtiyari şöyle bir çevreye bakındım. Şoförün yanındaki koltukta, kahverengi paltosuyla biri oturuyordu. Bir an takıldım kaldım, tanıdığım biri mi, değil mi diye. Kahverengi paltosuyla, hafifçe saçları dökülmüş, elmacık kemikleri belirgin, kalın kaşlı bir beyefendi. Beyefendi çünkü gerçekten ‘beyefendice’ oturuyordu. Hani hem kibar olur insan, hem de üzerinden belirgin bir heybet akar ya, aynen öyle işte!
İlkler
redorack | 25 June 2006 01:29
‘İlkler’ dendiğinde hep bekaret mevzuu gelir ya akıllara; biraz bunun dışına çıkasım geldi bu meydanda ilk yazımı yazarken. Muhtemelen ara sıra içinden geçmek zorunda kalarak… Hep denenmemişliği, tadılmamıfllığı, yeniyi ve güzeli temsil eder ilk duyduğumuzda ‘ilk’ler… Nazım güzel demiş “En güzel deniz, henüz gidilmemiş olandır” diyerek. Elbet lafımız yok ama gerçekten güzel midir ilkler; keşfedilmemişler, yeni keşfedilenler?
Peki yaşadığımız ‘kötüler’ hep ikinci veya sonuncu sıradakiler midir? Bıktım artık dediğimiz her neyse, yok mudur ilki? Ve genelde hayatın her alanında, uzmanlık veya beceri gerektiren her şeyin ilki; yüzümüze gözümüze bulaştırdıklarımız değil midir?